18 Kasım 2023 Cumartesi

Ankaralı Dört Hanım*


 

Haydarpaşa Garı’nın peronunda Anadolu Ekspresi hareket saatini bekliyordu. Ağır vagonların, yolun kötülüğüne göre çok ağır olan vagonlarının hemen hemen hepsi boş oldukları söylenebilirdi. Nisanıydı. Türk parlamentosu toplanıyor, Devlet Başkanı Ankara’da bulunuyordu. Hiç bir siyasetçi , o hep arzulamasına rağmen nadiren gerçekleşen İstanbul’a bir kaçamak uğruna başkentten uzaklaşmayı aklından dahi geçirmiyordu. Böyle olunca da, tren Anadolu’ya çoğu iş adamı olan Türk veya yabancı birkaç yolcudan başka bir şey götürmüyordu. O 1931 yılında, yeni Türkiye’ye, Asya Türkiye’sine gitmeyi düşünecek turist sayısı pek azdı.

Bu nedenle, hareket saatinde baş dakika önce birkaç yeni valizini iki hamalın taşımakta olduğu bir yolcunun vagon-restoran’a dalıp elindeki bileti sallayarak şeften yemek saatini sorması, restoran personelini oldukça şaşırtmıştı.

-Hareket saatinde, efendim… Saat yedide.

-İmkânı varsa, bana ayrı bir masanın hazırlanmasını isteyeceğim… Ben Luc Saint-Gamme’im, romancı.

“-Memnuniyetle efendim, masanız ayrılacak. Zaten, pek çok yerimiz olacak; bu akşam restoran hemen hemen boş kalacak.

Romancı Luc Saint-Gamme’in ağzından kısa bir Aa? çıktı ve cebinden not defterini çıkarıp bir şeyler işaretledi; sonra da, not defterini cebine koydu ve yataklı vagondaki yerini almak üzere vagonlara doğru yürüdü.

Anadılu Ekspresi’ne tek yataklı kompartımanlar henüz konmamıştı; ne var ki, Luc Saint Gamme’in kompartmanında ikinci kuşet kaldırılmış ve bu surette romancının bütün valizleri için yer temin edilmişti.

-İdare eder…

Ve küçük tuvaletteki aynaya bakarak, kravatını ve de saçlarını düzeltti. Ayna ile karşı karşıya

kaldığında, Luc Saint-Gamme hep biraz oyalanırdı. Kendisini sadece yakışıklı olarak değil, basbayağı tartışmasız güzel bulurdu. Fakat onların değerlendirmelerini görebilmesi için, kendi gözlerine bakmaktan hoşlanırdı. Aklından geçenler orada kendilerini belli ederdi. Ve, Luc Sain-Gamme’in düşünceleri öyle bir havada idiler ki, bazen kendisi de şaşırırdı. Ancak otuzunda olmasına rağmen, üçüncü romanının yayımlanmasından sonra, insanı silik kalabalığın içinden alıp en gözde edebiyat ödülünü kazanmış bulunuyordu..

… .. 

… .. 

… ..Lâle Hanım… Muhtar Paşa’nın güzel dul karısıs… 

… .. Lâle Hanım değil, … ..   onun kuzini Şirin Hanım’dır… .. Cemil Kâmi’nin eşi Şirin Hanım… parlamento başkan vekilinin, Cemil Kâmi’nin eşi Şirin Hanım Ankara dedikodularına göre, Rûşen Selâhaddin ona aşıktır. … ..

… ..  Muhtar Paşa'nın hanımını gerek İstanbul’da gerekse Ankara’da herkes tanır… .. 1916’dan 1918’e kadar değil de, 1911’den beri yedi yıl süregelmiş olan savaş felâketini tanımış olan zavallı vatanımızdaki çeşitli hastanelerde göstermiş bulunduğu o emsalsiz sadakatten, sadece ondan söz edecek değilim… ..  1911’de daha henüz on altı yaşında olup Muhtar Paşa ile evlenmiş değildi. … .. Lâle Hanım… .. Babası Abdülhamit zamanında , topçu kuvvetlerinin büyük kumandanı idi; … .. Annesi Pembe Hanım'dır. … ..Muhtar Paşa kendisi ile Balkan savaşlarının başlarında 1912’de evlenmişti.. O, korkunç derecede gençti; Muhtar Paşa ise saçı iyice ağarmıştı. … .. çok yakışıklı bir adamdı; fakat, aynı zamanda eski kafalı bir koca idi. … .. Lâle Hanım en mükemmel bir zevce olmaktan da hiç geri kalmamıştı.; ve henüz yirmi beş yaşlarında iken, zannedersem 1920’de Muhtar Paşa vefat ettikten sonra… .. tutkusu olan sosyal faaliyetlere … ..

… ..

-1922’de hiç kimsenin İslâmiyeti düşündüğü yoktu… ne hücum, ne de müdafa etmek için…

Şakir Bey hep yumuşak ve sert tartışmalardan kaçınan bir kişiliğe sahipti.

-Orası öyle… kimse İslâmiyet’i düşünmüyordu. Temel amaç zafere, barışa, cumhuriyete ulaşmak ve teokratik rejimi bitirmek… Sayın Villandry… bizleri bu gün o şairane İslâm’a karşı çok mütecaviz görebilirsiniz… Ancak, bunu da teslim etmeniz gerekir ki, ona karşı savaşı başlatan bizler değiliz!

O zamana kadar anvcak tek bir defa konuşmuş olan Charles Paillon, münakaşaya katıldı.:

-Ve.. Mançurya, Moğolistan, Türkistan’ı at üzerinde boydan boya katedip geçmiş olan sizler o gerilerde kalmış akıncı zamanlarını düşündükçe de, İslâmiyet’in türklüğünü gerçekten edemiyorsunuz. O zamanlarda , sizlerin, kendinize ait pek çok dine sahip olduğunuz da bir gerçek… Ve, aşırı milliyetçi olduğunuz bugün, netice itibariyle

 bir Arap… Afrikalı diyebileceğimiz bir dini kabul etmiş olmanız , sizleri üzmekte.

… ..

Paillon yavaşça omuz silkti:

-Oh, Tanrım! Lütfen bu abartılmış milliyetçiliğiniz nedeniyle sizleri yermemek amacıyla konuşmadığıma inanınız! Büyük sonuçlar, ancak kendine güven sonunda elde edilir. Ama, sizler de yüzde yüz Moğol değilsiniz! Öyle ise… durum böyle olunca, sizlerin Araplar ve İranlılar ile olan eski bağlantılarınızı neden inkâr ediyorsunuz? Ve özellikle, beyaz ırk kanınızı neden kabul etmek istemiyorsunuz? Medeniyetinizin temel öğeleri oradan gelmektedir. Şehir kuruculuğu ile kanun koyuculuğu, sizlerin önde gelen vasıflarınız; buna karşın, Moğol’ların yıkımdan başka gösterecekleri herhangi bir eserleri yoktur. İşte Cengiz, işte Timur! Sizler bunlardan çok daha değerlisiniz. Ve, her şeyden önce tüm zamanlarda daima medeniyet kaynağı olmuş bu Anadolu’ya çadırlarınızı kurmak üzere yerleşmiş olduğunuzu bu Anadolu’ya… sizlerin unutma vefasızlığını göstermiş olduğunuz büyükannelerinize… Kafkasya büyükannenize, İsfehan büyükannenize, Mekke büyükannenize çok şeyler borçlusunuz.

Etnolojinin bir fanteziden başka bir şey olmadığına inanan Ruşen Selâhaddin patladı: … ..

… ..

… ..  Pembe Hanım’ın evindeki topluluk herhangi bir Fransız topluluğunun aynısı idi; Paris’teki modern yaşamı kastetmiyorum.; ama , onun dışında Fransa’nın tümünde geçerli eğitim, nezaket, gerçek dışı yaşayan topluluklardan söz ediyorum. 

… ..

-Öyle ise… ancak kendiniz, kendinize yardım edebilirsiniz… Gerçekte siz Türkler, devriminizden sonra oldukça hayal âleminde yaşayan kimseler oldunuz. Sizler, sultan halifelerin tahtan inmiş olmaları nedeniyle ce sırf bu nedenle, Türk kadınlarının kocalarını artık aldatmayacaklarına  mı inandınız? Pek gerçekçi görünmüyor. Sevgili dostum… kocasını aldatmış olan ilk kadın, hepimizin ortak büyükannesi Havva değil mi? Öyle ise…

Bu ağır ateş altında, Cemil Kâmi saf dışı kalıp öldü.

Uzun bir süre Cemil Kâmi ve Villandry yan yana yürüdüler. Saat oldukça geç olmuştu. Villandry, birdenbire, Cemil Kâmi’ye döndü:

-bakınız efendim… güzel bir Fransız sözü vardır: “Seçilebilecek en iyi yol gerçektir”. Gerçeği söylememi ister misiniz?

Cemil Kâmi kabul ettiğini ifade eden şarkvari bir jestle başını eğdi.

-Öyle ise… yeni Türkiye’nizde… sizin ve sizler gibi pek tatmin olmamış kocaların çok tehlikeli ve geçilmesi güç bir geçiş noktasında bulunduğunuza ve  bu hususta sizlere sizlerden başka hiç kimsenin yardım edemeyeceğine inanıyorum.

… ..

-Sayın profesör; eskiden kadınlarımız bizlerindi… şimdi ise, ancak kendilerine aittiler… özgürlükten anladıkları bu… bizler, halen böylesine bir özgürlüğe alışmış değiliz… kadınlarımıza gelince, onlar hiç değiller… ..

… ..

… ..

Turkuaz, İstanbul’un, Beyaz Rusların Sovyet topraklarından kaçış yıllarından beri 1931’lerde dahi saklamış olduğu bir hatıradır. Çünkü, Türkiye, memleketlerinden kaçan herkese, daima, asil bir açık kalplilikle kapılarını açık tutmuştur. 18. asrın sonlarında Polonya’nın ortadan kalkmasından sonra, Polonyalılar sığınmışlar; ve tarihte hiç bir sığınmacı, 18. asrın sonlarındaki Polonyalıların sultan-halifelerin Türkiye’sinde gördüğü şefkati ve kabulü görmemiştir. Eski Türkler zavallı, eski Polonyalılara kucaklarını açmışlardı. 

… ..

… .. 1794’ten sonra da, Türkiye’nin dışında herhangi bir Polonya bulunmadığı gibi, 1919’dan sonra da, Türkiye’nin dışında bir Rusya kalmamıştı. Zira, Sovyetler, kendi işgalleri altında tuttukları memleketin adını dahi değiştirmişlerdi. Ancak, Türkiye’de binlerce küçük Rusya yeniden kuruldu ve yaşamaya başladı. Ve o ilk kuruluşlardan biri de Turkuaz olmuştu. 

… ..

… .. Sizde olduğu gibi, bizde de, namuslu bir erkeğin evlenemeyeceği çok güzel ve tatlı kadınlar vardır. Evlilik çok tehlikeli bir şeydir; ve sonuçlar da gözümüzün önünde: Cemil Kami! Önlerinde ismini iki-üç kez tekrarlamış olmam nedeniyle misafirlerim beni affetsinler, bu Cemil Kâmi, belki de, siyasete girmeden önce namuslu bir kimse idi. Ne var ki… bu gün… en iyisi, daha fazla bir şey söylemeyelim.. Ah! daha masum genç bir kızken, Şirin Hanım’a benim gerçek arkadaşlarımdan biri, başka türlü bir kimse… Fuat Paşa aşık olmuştu. Fakat, bize dışarıdan ithal fikirlere kapılan irin Hanım olması gerekenden farklı şekilde davranmaya başlayınca, Fuat Ziya, duygularına zorla hakim olarak onu boşadı… bir beyefendiye yaraşır şekilde onu boşadı. Görüyorsunuz ya, mösyö Saint-Gemma, bu gün dahi, bizde hâlâ namuslu insanlar vardır.

… ..

… ..

-Hayat, devam edip duracak! Söylediklerinizin hepsini kendim istediğim için yaptım! Ve oldukça da iyi yaptım. Yani… siz beni, kendisine  “sahibine itaat et çünkü Kur’an bunu emrediyor” dedikleri küçük bir eski zaman kölesi mi zannettiniz? Uzun zamandır ki, ben ne sahibine ve Kur’an’a ne de bilmem neye itaat etmiyorum… ve Batı’daki sizin kadınlarınızın asırlar boyunca yapmakta olduklarını yapıyorum. Bizimkiler, benim kendilerine benzememi mi istiyorlar? Bu lâflar bana geçmez! başkalarına!.. Ben, diğerleri gibi özgür bir kadınım… ve özgürlüğümü kullandım. Bundan da, gururluyum!

… ..

-Oh! Parislilerin gerçek hayattaki sevgili adedi, edebiyattakinden çok daha azdır. Ve hatt, aşıkları varsa da, onları saklarlar… ve boşandıklarında, yeniden evliliğe girişmeden önce eski evliliklerini Roma nezdinde resmen iptal ederler… Hiç olmazsa… bu mümkün olabilirse… mümkün olmadığında da, yeniden müracaat ederler… Bunun ikiyüzlülükten başka bir şey olmadığını bana söyleyeceksiniz… belki öyle… belki de, öyle değil! Toplumların yaşayabilmeleri için azıcık ikiyüzlülüğe ihtiyaç vardır. Eskiden, sizler haremde ikiyüzlü davranmaz mıydınız? 

… ..

… ..

-Şirin! Neden?

-Çünkü…

… .. 

-Sevgili Lâleciğim! sana, hiç bir zaman hiçbir şey anlamadığını söylemiştim. Hiçbir şey anlamıyorsun! çok güzelsin, çok iyisin, çok Lâle’sin! Ama, ne yaparsın ki, zavallı Şirin’in … bir şeye  dört elle sarılması gerek. Ben de gururuma sarılıyorum! ben de ne isem o’yum! Bütün yaşamımı aptallıklar yapmakla geçirdim… böyle olunca da,işin sonuna kadar gitmem gerekiyor… Düşün ki, Lâle, bu son günlerde bir şeyler anladım… Bu güne kadar yaşadığım gibi, yani özgür olarak ve bugünün büyüklerimizin önerileri yolunda yaşamışsan, daima ufacık bir şeyi örselemek ve değerinden bir şeyler kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya kalırsın! Oh! onun gerçek değerinden değil… onun yüzeysel değerinden… onun çarşı değerinden bir kaybın olur… Ama, bu kayıp da yeter! bu, oldukça yıpratıcı bir şeydir! Şimdi, sen susuyorsun… neden? İnsanların gözünde küçülmüşsem, kendi öz gözümde küçülmek istemem. Ve küçülmeyeceğim de…

… .. 

En ufak bir inancı yoktu. … .. düşünce yapısı olarak Ateist değildi. Başka bir zaman olsa idi, pek âlâ küçük bir mümine … Yalnız, insanların sonları konusu kendisini bazen ilgilendirmişti. Çocukken her çocuk gibi, bir-iki sûreyi ezberlemişti; onları da, yanlış ve hiçbir şey anlamadan … genç onları unutmaya çalıştı. On bir emrin katı bir takipçisi olan yaşlı Fuat Ziya ile evlendiğinde , dini kaidelere oldukça riayet etmiş ve uygulamıştı. Boşanıp, günün güçlülerinin başı eğik hizmetkârı olan o zavallı Cemil Kâmi ile yeniden evlendiğinde, din ile  ilgili her şeyin düşmanı olmayı veya öyle görünmeyi yaşam kaidesi olarak almıştı. Genelde herkesin gittiği yolun tersine gitmesini seven Şirin, memnuniyet le münkir olabilirdi. … ..

… ..

… ..

Ve Şirin… .. Ama, şayet O varsa…

Rahim ve bağışlayıcı olan Sen’in, küçücük bir Şirin’e karşı kötü olmamnın imkânı var mı?

İki-üç dakika durakladı: sonra, kendi kendine mırıldandı:

-Sırf Günay’ıma fazla cı çektirilmemesi için… ve aynı zamanda gerçek bir Şirin, küçülmemiş bir Şirin, küçük hesaplara girerek örselenmemiş ve değerini kaybetmemiş bir Şirin olarak kalabilmesi için bu dünyadan göçüp giden bir Şirin

… ..




*Ankaralı Dört Hanım & Claude Farrere

Ariaon  Yayınevi

Çeviren: Kriton Dinçmen

Birinci Basım: Mayıs 2003


*Kriton Dinçmen - Vikipedi (wikipedia.org)

*Kriton Dinçmen, 18 Şubat 1924’te Alkitea Hanım ile Anastas Dinçmen’in oğlu olarak İstanbul, Heybeliada’da dünyaya geldi. Pertevniyal Lisesi mezunu olan Kriton Dinçmen,1948 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdi ve sonrasında İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri ve Nöroloji Klinikleri’nde ihtisasını tamamladı.

Tıbbı kariyeri:

Dinçmen, aynı fakültenin Psikiyatri Kliniği başasistanlığına tayin oldu ve başasistanlığı sırasında elde ettiği bir burs ile 1961’de Amerika’ya giderek New Jersey, Long Branch, Monmouth Medical Center’de Dinamik Psikiyatri sahasında çalıştı. Daha sonra sırasıyla, Maryland’da Crownsville State Hospital ve keza Maryland, Baltimore’da The Johns Hopkins Hospital’in Psychosomatic Medicine Department’ında servis şefi, araştırıcı ve “visiting psychiatrist’” unvanları ile çalışmalarda bulundu. Bu süre içinde Disease of the Nervous System, International Journal of Neuropsychiatry gibi Amerikan tıp dergilerinde birçok çalışma ve makale yayımladı, yayınlarının bir bölümü Excerpta Medica ve Digest of Neurology and Psychiatry gibi diğer dergilerde yayınlandı ve yabancı ve yerli araştırmacılar tarafından atıfta bulunuldu.1965’te Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde çalışmaya başlayan Dinçmen, 1972’de ABD’de St. Louis’deki Missouri Institute of Psychiatry adındaki kuruluştan davet aldı ve araştırma danışmanı unvanı ile araştırmalara katıldı. Bakırköy Akıl Hastanesi’nde klinik şefi olarak uzun süre çalışan Dinçmen, 1982-1994 yılları arasında T.C. Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu’nun Adli Psikiyatri çalışmalarını yürüten 4. İhtisas Kurulu Başkanlığı görevinde bulundu; 1990-1998 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı.

Doçentlik unvanını, 1990 yılında, 66 yaşında ve mesleğinin 42. yılında, meslektaşlarının gıyabında yaptıkları YÖK başvurusu sonucu bir emri vaki ile girdiği sınavla almıştı. 2001 yılına kadar Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Adli Psikiyatri derslerini sürdürdü. Dinçmen’in ulusal ve uluslararası tıbbi kongre ve dergilerde yayımlanmış birçok çalışma ve yazısının nöropsikiyatri konusunda kitaplar yayınladı.

Yazarlık:

Dinçmen, bir psikiyatr ve akademisyen olduğu kadar, edebiyat ve kültür alanı ile de ilgilenmiş, varoluşçu felsefeyi savunmuştur. Dinçmen aynı zamanda çoğu Yunancadan olmak üzere, bir dizi eseri Türkçeye kazandırmıştır. Öykü yazarlığı, çevirmenlik ve felsefe alanlarına psikiyatri deneyimi ve bilgilerini aktarmıştır.

Öyküler

  • Benimle Son Defa Dans Eder misiniz? (1990)

  • Symphonia Kakophonica (1992)

  • Hiçlikle Randevu (1993)

  • Hüzünlü İntermezzo (1995)

  • Hiçliğe Övgü (1998)

Şiirler

  • İnsan Dizeleri (1998),

  • Ütopya’ ya Çağrı (2000)

Romanlar

Heybeli'de Tanrı ve Adam (2003)

  • Beethoven'li Ölüm (2007; ise “insanların ruhi problemeleri olur da, ruhların insani problemi olmaz mı?”)

Deneme

Hüzünlü İntermezzo (2000)

  • Utopia'ya Topos Ararken (2003)

Araştırma

600'lü Yıllardan 1461'e (2004)

Çeviri

  • Şehir Düştü (Bizanslı Tarihçi Francis’ten, 1992)

  • Romanos Diogenis: İstanbul’a Yollar Açılırken (Pavlos Karolidis'ten, 1993)

  • Ölüler Bekler (roman, Dido Sotiriyu’dan, 1995)

  • Sapho’nun Şiirleri (1994)

  • Aşilin Nişanlısı (A. Zei’den, 1997)

  • Deli (Cibran’dan, 1997)

  • Haçlı Seferleri (H.A. Nomiku’dan, 1997)

  • Ankaralı Dört Hanım (C. Farrére’den, 1999)

  • Övgüler Olsun Sana (O. Elytis’ten, 1999)

  • Lokantamızda Prens ve Prensesler Daima Taze ve Bol Masal Sosu İle Sunulur (Lili Zografu’dan çeviri, 2000, öyküler)

  • Benzersiz Mevlâna (Yunancadan, Panayatopulos’tan, 2000)

  • Milena (J. Cerna’dan, 2000)

  • Hayat Mezarda – Savaşın Kitabı (2003: Stratis Mirilivis: Pis, iğrenç acımasız doymaz bir kudurmuşlukla insan eti yiyen bir canavarla çarpışıyor insan!...Savaş'la...)

Mesleki Yapıtları

  • Nöroloji El Kitabı (1977)

  • Deskriptiv ve Dinamik Psikiyatri (1981)

  • Adli Psikiyatri (1984)

  • Psikiyatri (2004)

  • Psikiyatri / Psikosomatik Tıp (2005)

  • Psykhiatria ve Mythos (2006)


*https://tr.wikipedia.org/wiki/Claude_Farr%C3%A8re

*Claude Farrère (gerçek adı: Charles Frederick Bargone; 27 Nisan 1876, Lyon - 21 Haziran 1957, Paris) Fransız yazar, asker ve gazeteci.

Yirmi yıl Fransız donanmasında görev yaptı; Pasifik ve Hint okyanuslarında pek çok seyahat yaptı. Konusu İstanbul, Saygon ve Nagasaki'de geçen romanlar yazdı. 1905 yılında yayımlanan Les Civilisés (Uygarlaşanlar) adlı romanla, Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü'nü kazandı. 1935 yılında Fransız Akademisi'ne kabul edildi.

1919 yılında ordudan ayrıldı ve Türk Kurtuluş Savaşı sürecinde, Türkiye'ye cephe alan kendi ülkesi Fransa'ya karşı Türkiye'yi destekleyen yazılar yazdı. "Türk dostu" olarak tanındı. Adı, bir dostluk göstergesi olarak İstanbul'un Sultanahmet semtinde bir caddeye Klodfarer şeklinde Türkçe okunuşuyla verilmiştir.

Yazar, Türk dostu olmanın yanı sıra bir Japon dostu olarak da tanınır. 1905 yılındaki Rus-Japon Savaşı sırasında geçen bir aşk hikâyesini anlatan La Bataille (Savaş) romanı ile tanınır.


*Ankara Kalesi - Vikipedi (wikipedia.org)

*Ankara Kalesi[1], Ankara'nın Altındağ ilçesinde bulunan tarihi bir kale. Ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte M.Ö. 5. yüzyıl başında Galatların Ankara'ya yerleşmeleri sırasında kalenin var olduğu bilinmektedir. Romalılar, Bizanslılar, Selçuklu Hanedanı ve Osmanlılar dönemlerinde birçok kez onarımdan geçmiştir. Ankara Kalesi dışarıdan görümüne göre daha büyüktür. Her yıl çeşitli festivallere[2] de ev sahipliği yapmaktadır.

Tarihi:

Kale tarih içinde çeşitli dönemler yaşamıştır. MÖ 2. yüzyıl başında Romalıların Galatya'yı işgalinden sonra kent büyüyerek kale dışına taştı. Roma İmparatoru Caracalla MS 217'de kalenin surlarını onarttı. MS 222 - 260 arasında İmparator Alexander Severus, Perslere yenilince kale kısmen tahrip edildi. 7. yüzyılın 2. yarısından sonra Romalılar kaleyi onarmaya başladı. Bizans döneminde İmparator II. Justinianos MS 668'de dış kaleyi yaptırmıştır,[3] İmparator III. Leon 740'ta kale duvarlarını onarırken iç kale surlarını yükseltmiştir. Bunun ardından İmparator I. Nikiforos 805'te, İmparator I. Basileios 869'da bu kaleyi onarmıştır. Kale 1073 yılında Selçuklu Hanedanının eline geçmiştir.[3] 1101 yılında Haçlılarca ele geçirilen kale 1227 yılında tekrar Selçuklu Hanedanının hakimiyetine girmiştir. I. Alâeddin Keykubad kaleyi yeniden onartmış, 1249'da ise II. İzzeddin Keykavus kaleye yeni ilaveler yapmıştır. Osmanlı döneminde 1832'de Kavalalı İbrahim Paşa tarafından onarımdan geçirilmiş, kalenin dış duvarları genişletilmiştir.


Mimari:

… ..



*Bakalorya - Vikipedi (wikipedia.org)

*Bakalorya, orta öğrenimi bitirme imtihanı ya da üniversitelerin verdiği en aşağı akademik düzey.

Avrupa ve Amerika'daki bazı yüksek okullarda, bitirme imtihanını vermeden yapılan bazı imtihanlara bakalorya denmektedir. Bu üniversitelerin bazı fakültelerinde çeşitli imtihanlarda başarı kazanan öğrencilere, başarı kazandığı dersle ilgili akademik payeler verilmektedir.

Türkiye'de ilk defa Galatasaray Lisesi'nde uygulanmıştır. İkinci Meşrutiyet devrinde, liselerle denk olan o zamanki idadileri bitirenlerin yüksek okullara ve üniversitelere girmeleri, bakalorya denilen imtihanı vermeleri ile mümkün olmuştur. 1926 - 1935 yılları arasındaki lise bitirme imtihanları ile 1935 yılından beri yürürlükte olan olgunluk imtihanları, bakalorya özelliğinde olan imtihanlardır.



*On Emir - Vikipedi (wikipedia.org)

*On Emir … .. veya Dekalogos,[1] Yahudiliğe göre Sina Dağı'nda Musa'ya vahyedilmiş ve YHVH'nin İsrailoğulları'na emrettiği on adet emiri içeren bir ilkeler dizisidir.[2] Çıkış 20:2–17 ve Tesniye 5:6–21 olmak üzere Tanah'ın iki kitabında On Emir metni yer alır.

Modern Tarih bilimcileri On Emir'in, muhtemelen Hitit veya Mezopotamya yasalarının üzerine modellendiğini öne sürüyor.


*Münkir : (Sıfat) İnkâr eden, kabul etmeyen, Tanrı'nın varlığına inanmayan, Tanrı'nın varlığını inkâr eden (kimse)


7 yorum:

  1. Yazarın kendi ifadesi ile roman kahramanları olan ve Osmanlı döneminin eski zenginliklerinin mirasçıları; aynı zamanda Cumhuriyet döneminin ilk yıllarının Ankara’sındaki seçkinlerin Paris’ini akıllara getiren yaşam tarzı… ..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazar seçkinlerin içinde yer alan ve toplumda genel kabul gören anlayışın daha da ötesinde çok rahat hareket edebilen kadınları anlatırken; sadece kadınlar ifadesini kullanmasını eksik buluyorum. Toplumu oluşturan kadınlar ve erkeklerin içinde elbette ki diğerlerinden daha da serbest hareket etmeyi tercih edecekler çıkacaktır.. Bu durumun seçkinler arasında daha görünür olması, Anadolu insanının anlayışını yansıttığı anlamına gelmiyor.

      Sil
  2. Roman kahramanlarından biri olan Şirin Hanım’ın özgürlük kavramındaki yanılgısı; hayatın gerçeklerinin ortaya çıkması ile son buluyor….

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şirin Hanım, kendisine kalan miras ve seçkinlerin içinde gelişen kişiliğinin verdiği özgüven ile, hayatını tek başına yönlendirme ve bulunduğu ortamı da çekip-çevirme (dominant) becerisinin sınırlarını aşabilen bir kişiliğe sahipti…

      Sil
    2. Hayat, her zaman sosyal medyada ya da romanlarda yazıldığı gibi değil. Akıl ve tecrübelerin günlük hayatımıza yansıtılması gerekmekte….

      Sil
    3. Elbette ki özgürlükler sınırsız değil. Toplum içindeki saygınlığın kazanılması rastgele hareket etmek değil, içinde yaşanılan toplumun genel kabul gören anlayışı ve başkalarının da benzer özgürlüklere sahip olduğu bilinci ile yine kendi özgür irademiz ile kendimiz için seçeceğimiz sınırları kullanmak gerekiyor….

      Sil
    4. Yapılan yanlışların muhasebesini yapmak, kendisi gibi baskın karakterli birinin, hataları kabul etmesinin; toplum içinde küçük düşürücü olması yerine bu dünyadan göçüp giden bir Şirin…

      Sil