6 Kasım 2023 Pazartesi

Giderayak*


 

… ..

Kara Harp Okulu (KHO) (1965-1967)

… ..

Bu arada bandoya başvurdum. Harbiye Bandosu profesyonel bir bandoydu; şefi subay, çalgıcılar subay astsubaydı. Bando şefi, profesyonel bir bandoya öğrencilerin ayak uyduramayacağını, zaten örneği de olmadığını söyleyerek beni reddetti. Israr ettim ve beni dinlemesi için rica ettim. Gönülsüzce kabul etti. Trombonla birkaç marş çaldım. Çok beğendi. Ama trombon kadrosunun dolu olduğunu söyledi. Saksafon ve trompet de çalabilirim dedim. Boş kadro olarak elinde sadece bariton saksafon olduğunu söyledi. Normal saksafonun katı büyüklüğünde devasa nerdeyse boyum kadar bir çalgıydı; hiç görmemiştim. Buna rağmen bana bir ay süre verilirse akşamları gelip çalışarak öğrenebileceğimi söyledim. Hevesimi görünce kabul ett. Bu sazla melodi çalınmıyor, tıpkı bas gitar gibi uygun notalarda gezinerek eşlik (akompanya) ediliyordu. çalıştım ve başardım. Bando Şefi, komutanlarımın  da onayıyla beni aldı. 1. sınıf sonunda  eğitim için gittiğimiz İzmir’de Atatürk anıtına çelenk koyuyoruz. Babam, annem ve kardeşlerim beni görmek için İzmir’e gelmişlerdi. Biz bando ile İstiklal Marşını çalarken onlar da hemen arkamda, hatta küçük kardeşim Onur (o zaman 12 yaşında) neredeyse saksafonuma bitişik duruyordu.. Marş bittikten sonra Onur babama dönerek “Baba, abim atıyor, sadece zart zurt ediyor, bir şey çaldığı yok” dedi. Anlatmaya çalıştıysam da ikna edemedim.

… ..

Bu arada Atatürk, Atatürk Devrimleri, laiklik ve Köy Enstitüleri konulu kitapla(Karanlığın Kuvveti/Talip Apaydın, Köy Enstitüleri ve Tonguç/Engin Tonguç, Onuncu Köy/Fakir Baykurt, gibi) e çok ilgimi çeken kitaplar olmuştu. Özellikle Talip Aydın’ın Karanlığın Kuvveti adlın kitabından aşağıdaki alıntı beni çok etkilemişti.


“Yurt sevgisinin, üstüne bastığımız toprak sevgisinden başladığını anlıyorum. Hele kendimize ait, emeğimizi verdiğimiz, terimizi akıttığımız ve sonra üzerine oturup dinlendiğimiz, ürünleri yiyip doyduğumuz toprak, gerçek yurt sevgisi buydu işte (...) Tabiat sevgisi, toprak sevgisi, gerçek yurt sevgisi halini almalıydı. İşte o zaman daha sağlam yurt sevgisi çıkacaktı ortaya. İnsanı sevmeyen, insana saygısı olmayan kişinin ulusseverliği sözden öteye geçemezdi. Hatta milliyetçiyim diye milleti soyar, milleti uyutur, karanlıkta bırakırdı. Gerçek yurt sevgisinin de bir ağacı, otu, çiçeği, toprağı sevmekten başlayacağını sezinliyorum. Yurt demek toprak demekti. Evimiz, köyümüz, kırlarımız demekti (...)”


… ..

Konumuz NATO, hocamız Deniz Harp Akademisi hocalarından biri (sanırım Alb. Ekmel Totrakan idi) NATO’da oluşumuzun Türkiye’ye ne getirip ne götürdüğünü tartışıyoruz. Genelde bakışlar olumlu. Söz alarak; SSCB tehdidi kaynaklı güvenlik kaygısı nedeniyle NATO'ya girdiğimizi, finansının büyük çoğunluğunu sağladığı için ABD’nin NATO demek olduğunu, biz NATO’ya girdiğimizde ABD’nin de bize girmiş olduğunu, bilinçli ve kasıtlı yapılan hibeler nedeniyle savunma sanayimizin köreldiğini, ABD’nin Yeşil Kuşak stratejisinin piyonlarından biri haline geldiğimizi, gerçeği görebilmek için güvenlik kaygılarımız açısından başka seçeneklerimizin olup olmadığının tartıılmasını, bu bağlamda Bağlantısızlar Bloku ile Varşova Paktı’nın irdelenmesinin yararlıolabileceğini” ifade ettim. Bir açığımı yakalama umuduyla hrp peşi

mden ki (Alpaslan Türkeş hayranı olarak bilinen) bir müdavim ayağa fırlayarak, heyecanlı ve yüksek bir sesle “Hocam, hocam, düşünebiliyor musunuz, bir Türk subayı VP’ye girmekten söz edebilecek cüreti gösterebiliyor” dedi. Hoca, “Senin ne söylemek istediğini anlayabildiğini sanmıyorum. Otur yerine!” diyerek onu azarladı ve benden devam etmemi istedi. Ben de; VP’nin komünist temelli olduğunu, içerisindeki ülkelerin SSCB’nin birer uydusu haline gelerek bağımsızlıklarını tamamen yitirdiklerini , hem ideolojik aykırılık hem de Atamızdan kaynaklı tam bağımsızlığı benimsemiş olmam nedeniyle VP içerisinde yer almamızın söz konusu bile olamayacağını, savunma sanayisindeki güçsüzlüklerimiz (zafiyetlerimiz) nedeniyle bir süre daha “savunma sanayimizi geliştirerek ve ABD hegemonyasından kurtulma adımları atılarak” NATO’da kalınmasını, Bağlantısızlar Blokunda ve hiçbir  blok içerisinde yer alınmaması seçeneklerinin ayrıntılı ve derinliğine incelenmesi gerektiğini” söyledim. … ..  Söylenen , “Tehlikeli sularda dolaşma!” oldu.

… .. 


… .. Senin geçmişini (cemaziyülevvelini) biliriz diyenlere ne diyebilirm” dedim Uzun uzun ve sessizce baktı; hapsimin sona erdiğini, görevime dönmemi emretti. Alay Komutanı babamla tanışıyordu; telefon etmiş. Babam Denizli’ye gelerek beni kışlada ziyaret etti. “Oğlum karakterini biliyor ve seni anlıyorum. Dik dur ama telefon direği gibi değil, kavak ağacı gibi dik dur. Atatürk’ü örnek al. Düşüncelerini gerçekleştirebilmek için kavak ağacı gibi rügârlarda biraz sallanmakta zarar olmaz” dedi. … ..

… ..

… ..


Anfide siyasi tarih dersindeyiz, dersin hocası İstanbul Üniversitesinden bayan bir profesör, konumuz Osmanlı İmparatorluğunun yükselme devri siyasi olayları. Hoca konuşmasının bir yerinde Kanuni Sultan Süleyman’a övgüler yağdırdı ve eğe 31 yıl süren II. Beyazıt dönemindeki kısmî durağan dönem olmasaydı Osmanlı’nın hem doğuda hem batıda çok daha geniş coğrafyaya yayılmış olabileceğini” ileri sürdü.Söz aldım:  “Bir dönemin değerlendirilmesi yapılırken en az 40-50 yıl geriye bakmak gerekir. Siyasi, askeri ve sanat yönlerinden Kanuni döneminin yüceliğini yaratan komutan ve bilim insanlarının temeli II.Mehmet ve Beyazıt dönemlerinde atılmıştır. Peki, Kanuni döneminde ne yapılmıştır? Bir Taraftan yetişmiş insan gücünün meyveleri toplanırken -Avrupa’da Rönesans ve Reform patlamaları yaşandığı bir dönemde- giderek dine sarılmak suretiyle bilimden uzaklaşılmış, bilim insanlarının kelleleri vurulmuş, şehzade ve yönetici yetiştirme sistemleri sulandırılarak dedikodu ve düzmece kurgulara (entrikalara) kurban edilmiştir.” dedim. Görüşüme katılmadığını söyleyen Hoca, gene de ilginç bulduğunu ve bu yönden bir araştırma yapacağını söyledi… ..

… ..

… .. Doğruları söylerken ince manevralar yapabilecek kıvrak zekâya sahip değildim (sanırım hâlâ öyleyim)  Orada, “Bu konuda dokümanlarda bazı çelişkiler var, inceleyip size arz ederim” deseydim böyle bir tepkiyle karşılaşmaz, onu da üzmezdim. 

… ..

… ..

Akademi kursundan dönüşümde, Ordu Komutanlığınca, 5.Kolordu tarafından yeni Eğitim Direktifi esaslarına göre “Ertesi Günkü Eğitime Hazırlık” konulu bölük çapında bir gösteri tatbikatı yapılması emredilmişti….  ..   Bölük Komutanı gerçekten çok güzel bir hazırlık yapmıştı.; çok da güzel sundu. Bölük Komutanı’nın yanı sıra, manga ve takım komutanları da sayfalar dolusu dosyalar hazırlamışlardı. 4 kadar saat süren tatbikatın ardından 5. Kolordu Komutanı soruları yanıtlamak için kürsüye çıktı. Bana söz verildiğinde Bölük Komutanı’na ertesi günkü eğitime hazırlığının ne kadar zaman aldığını sordum. 2 haftadır hazırlandıklarını söyledi. Bunun üzerine; “Ertesi günkü eğitime hazırlık için elimizde sadece 1 saat kadar zaman olduğunu; her düzeyde ki komutanların -çok önemli bir eğitim olduğu halde- savaş beden eğitimine katılmamaları, akşam toplu görüşüne (içtimasına) çıkmamaları ve gece derslerine girmemeleri kaydı ile - bu sürenin ancak 2-3 saate kadar çıkabileceğini; bu kadar kısa bir sürede bu denli pratik çözümler bulunması gerektiğini; sınıf okullarında ve talimgâhlarda rütbeli personelin iyi eğitilmeleri halinde , eğitime hazırlığın ceplerdeki notlar alınarak kısa sürede tamamlanabileceğini düşündüğümü” söyledim. Kolordu Komutanı, … …    Ordu Komutanı (Org. Necdet Üruğ) …. ..    Tatbikat dönüşü Kolordu’muzdan katılanlara Tümen’imizde mola verildi. Ergun Paşa alay komutanlarına sırayla görüşlerini sordu. Alay Komutanları yuvarlak laflarla geçiştirmeye çalışınca, birine patladı: “Karşımda kıvırtıp durma, ne diyeceksen adam gibi söyle, -beni göstererek- bakın Yüzbaşı’ya adam balta ile odun kırar gibi düşüncesini söyledi. ”İçinde takdir de barındıran bir fırçaydı. Bunun herkes, benim söylediklerime benzer görüş ve öneriler sundular. Sonunda Komutan, “Eğitim hazırlıklarınızı ister not defterlerinize ister sigara kâğıdının arkasına yazın; umurumda değil. Ama eğitime mutlaka hazırlık yapılarak çıkılacak.” diye emir verdi.


… ..

… .. 

On Kasım 1988’de oldukça geniş katılımlı anma töreninde, ‘Atatürk'ün Fikir Bahçesinde Bir Gezinti’ başlıklı bir konuşma yaptım. Konuşmamı şöyle bitirdim: “Sevgili gençler! Ona layık olmak ve gelecek kuşaklara bizim yaşadığımız buruklukları yaşatmamak için çok okuyunuz, okuduklarınızı laik düşünceyle yorumlayınız ve mutlaka ama mutlaka yazınız. Değerli eğiticiler! Gençlerimize okumanın, yazmanın, yaratmanın o muhteşem, o doyumsuzlezzetini tattırınız.” Konuşmam beklediğimden çok beğenildi, dakikalarca alkışlandı. Sonrasında Cumhurbaşkanı Denktaş, Başbakan Eroğlu, komutanlar (28. Tümen Komutanı Hilmi Özkök hariç)(*Güvenlik Kuvvetleri Dergisi, Mart 1989, Syı 7, Sf.5-11) bakanlar ve Büyükelçi (Ertuğrul Kumcuoğlu) bizzat yanıma gelerek kutladılar. Özkök Paşa’nın tepkisi ise daha ilginçti, özellikle ‘İstikbal Göklerdedir’ sözünü bir jeopolitik teori iö,miş gibi sunmanın anlamsız olduğunu, bu abartıların ona zarar verdiğini” söyledi. Ben de yanıt olarak; “Kendimden bir katkı yapmaksızın Atatürk’ün yaptıklarını ve yansımalarını anlattığımı, böylesine olanaksızlıklara rağmen yedi düvele karşı mücadele verip devlet kurmayı başaran bir insanın yaptıklarının abartı olarak görülmemesi gerektiğine inandığımı, örneğin birçok denizcinin denizlere hâkim olmanın önemini vurguladığını ama ‘Deniz Hâkimiyet Teorisinin onu özlü bir sözle formüle eden Amerikalı Alfred Mahan’ın adıyla jeopolitik literatüre girdiğini söyledim. Çok zeki olduğunu bildiğimden anladığını düşünüyorum; ama tartışmayı sürdürmedi. (ABD Genelkurmay Başkanlarından Amiral William Crowe, 1989’da emekliye ayrılırken TIME dergisinin kendisiyle yaptığı bir söyleşide, “Who is your hero/Kahramanınız kim?” sorusuna verdiği yanıtta tarihte kendine yer bulmuş bazı Amerikalı, Alman, İngiliz generalleri saydıktan sonra,  “Onların her şeyi vardı ve başardılar. Ama bir insan var ki, yokluktan bir devlet çıkardı; Mustafa Kemal, Benim kahramanım işte odur” diyordu. Amerikalı bir general bile anlamıştı; ama bizden bazıları ‘abartı’ diyebiliyordu.

… ..

Harp oyunu oynanacaktı. NATO ve Varşova Paktının (VP) yer alacağı yeni dünya savaşında… …   Normal olarak önce Oyuncu İstihbarat Başkanı olarak benim DİK değerlendirmemi sunmam, sonra Oyuncu Harekât Başkanı’nın belirlediği hareket tarzlarını sunması ve en sonunda Oyuncu Gnkur. Bşk.’nın kararını açıklaması gerekiyordu. . Beni atladılar, sunum yaptırılmadı. … .. sorular sordu. … .. Gnkur Bşk. (Org. Kenan Evren) yapılan sunumların gerçek planlarımıza çok benzer olduğunu söyleyerek, “Müdavimlerden hiç mi farklı düşünen olmadı?” diye sordu. Ben söz alarak, değerlendirmemi sundum. “Madem böyle değerlendiriyordun, niye öyle sunmadın?” dedi…. .. 


… .. Sonunda Evren Paşa “Yüzbaşı’nın değerlendirmesine katılmıyorum, gene de araştırılmasını emredeceğim. Ayrıca, Akademiler bilinenin ilan edileceği yerler değil, yeni ve değişik düşünceler serbestçe tartışılabildiği ve üretilebildiği yerler olmalıdır.” dedi. Canıma okumaya hazırlananlar gene avuçlarını yalamışlar, gene yırtmıştım.

… ..

… ..

1970’lerden itibaren ülkede kutuplaşma almış yürümüş, solcular ve sağcılar birbirlerine kanlı bıçaklı düşman olmuştu; ülkede kan gövdeyi götürüyordu. Halkın beklentisi Ordunun idareyi ele almasıydı (Yolda yakama sarılıp “Ne bekliyorsunuz; bütün gençlerin ölmesini mi?” diye bağıran anneyi anımsıyorum). Sonunda beklenen oldu ve ben göreve başladıktan 2 ay sonra 1980 darbesi oldu. ASkeri darbelerin, sadece hükümetlere değil, emeklemekte olan demokrasimize de darbe vurduğu inancındayım. Hükümetlerin basiretsiz yönetimlerinin neden olduğu kargaşa ve terörü önlemek için girişilmiş dahi olsa, darbelere sıcak bakmıyordum; hâlâ da bakmıyorum. Komutanların darbe yapacak yerde, -siyasi baskılara aldırmaksızın- sıkıyönetim görevlerini ödünsüz yerine getirmiş olmaları halinde darbeye gerek kalmayacağı inancındaydım. Üstelik darbede, SSCB çevresinde Yeşil Kuşak oluşturma peşindeki ABD’nin parmağı olduğu açıktı. (Günümüz Siyasi İslamcılarının bu darbeden sonra güçlendiğini unutmayalım.) … …    .. Askerin kışlasında ve siyaset dışı kalmasına inanmama rağmen , dinsel bağnazlığın ülkeye egemen olmasının felaketimiz olacağı, laiklik olmadan demokrasi olamayacağı düşüncesiyle, laiklik konusundaki ödünlere Milli Güvenlik Kurulu gibi yasal zeminlerde ısrarlı tepkileri de savunuyordum.

… ..

… ..









*Giderayak 68 Kuşağı Bir Askerden Anılar-Yorumlar & E. Tümg. Hasan Peker Günal

Gece Kitaplığı 


*https://enyiyiarkadaskitap.blogspot.com/2023/12/devlet-kusu.html
*https://enyiyiarkadaskitap.blogspot.com/2024/01/uygarlklarn-bats.html
*https://enyiyiarkadaskitap.blogspot.com/2024/01/olumcul-kimlikler.html
*https://enyiyiarkadaskitap.blogspot.com/2024/01/var-olmann-dayanlmaz-hafifligi.html
*https://enyiyiarkadaskitap.blogspot.com/2023/12/onuncu-koy.html
*


*https://en.wikipedia.org/wiki/William_J._Crowe

*William James Crowe Jr. (January 2, 1925 – October 18, 2007) was a United States Navy admiral and diplomat who served as the 11th chairman of the Joint Chiefs of Staff under Presidents Ronald Reagan and George H. W. Bush, and as the ambassador to the United Kingdom and Chair of the Intelligence Oversight Board under President Bill Clinton.

… ..

On July 10, 1985, Crowe was appointed by President Ronald Reagan to serve as Chairman of the Joint Chiefs of Staff (CJCS). He continued to serve as CJCS through the Bush administration until 1989, when he retired from active duty. He was the first Chairman of the Joint Chiefs of Staff to serve under the provisions of the Goldwater-Nichols Department of Defense Reorganization Act of 1986, where he as chairman became (not the collegial body of the Joint Chiefs of Staff), by statute, the principal military adviser to the president, the National Security Council, and the Secretary of Defense. On October 1, 1989, Army General Colin L. Powell succeeded him as CJCS.



*William James Crowe Jr. (January 2, 1925 – October 18, 2007) was a United States Navy admiral and diplomat who served as the 11th chairman of the Joint Chiefs of Staff under Presidents Ronald Reagan and George H. W. Bush, and as the ambassador to the United Kingdom and Chair of the Intelligence Oversight Board under President Bill Clinton.

… ..

On July 10, 1985, Crowe was appointed by President Ronald Reagan to serve as Chairman of the Joint Chiefs of Staff (CJCS). He continued to serve as CJCS through the Bush administration until 1989, when he retired from active duty. He was the first Chairman of the Joint Chiefs of Staff to serve under the provisions of the Goldwater-Nichols Department of Defense Reorganization Act of 1986, where he as chairman became (not the collegial body of the Joint Chiefs of Staff), by statute, the principal military adviser to the president, the National Security Council, and the Secretary of Defense. On October 1, 1989, Army General Colin L. Powell succeeded him as CJCS.



*Ekmel Totrakan – Wikipedia

(Almanca)

*Ekmel Totrakan Kimdir? | Kim Kimdir? Biyografi Bankası

*1939 yılında Karşıyaka/İzmir’de doğan (E) Koramiral Ekmel TOTRAKAN, 1953 yılında Deniz Lisesi’ne girmiş ve 1958 yılında Deniz Harp Okulu’ndan Asteğmen olarak mezun olmuş, Deniz Harp Okulu’nda iki yıl da subay olarak öğrenime devamla 4 yıllık Deniz Harp Okulu tahsilini tamamladıktan sonra 1960 yılında Donanma’ya katılmıştır.

… ..

… ..TCG AKHİSAR ve TCG MUAVENET Komutanlığı görevlerini deruhte etmiştir.

(E) Koramiral Ekmel TOTRAKAN 1969 yılında eğitime başladığı Deniz Harp Akademisi’nden 1971 yılında mezun olmuştur.

1975-1977 yılları arasında Napoli’de Güney Avrupa Müttefik Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Güney Vurucu Kuvvet Komutanlığı Karargahlarında Proje Subayı olarak bulunmuş, bunu takiben 1977-1979 yıllarında Deniz Harp Akademisi Komutanlığı’nda Öğretim Üyeliği, 1979-1981 yıllarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Genel Sekreterliği, 1981-1983 yıllarında III.Muhrip Filotillası Komodorluğu ve 1983-1984 yılları arasında Denizcilik Yüksek Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı görevlerinde bulunmuştur.

30 Ağustos 1984 yılında Tuğamiralliğe terfi eden… ..  Akdeniz Bölge Komutanlığı, Gölcük Ana Üs Komutanlığı, 1986 – 1988 yılları arasında Deniz Harp Okulu Komutanlığı, 1988-1989 yılları arasında Donanma Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevlerinde bulunmuş, 30 Ağustos 1989 tarihinde Tümamiralliğe terfi etmiştir. … .. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda 1989-1990 yılları arasında Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı, 1990-1992 yılları arasında Sahil Güvenlik Komutanlığı ve 1992-1993 yılları arasında Harp Filosu Komutanlığı görevlerini deruhte etmiş, 30 Ağustos 1993 tarihinde Koramiralliğe yükselmiştir.  sonra 1993-1995 yılları arasında Genelkurmay Muhabere Elektronik ve Bilgi Sistemleri başkanlığı görevini yapan (E) Koramiral Ekmel TOTRAKAN, 1995-1997 tarihleri arasında Güney Deniz Saha Komutanlığı görevini deruhte etmiştir.

1997 yılında emekliye ayrılan (E) Koramiral Ekmel TOTRAKAN, bayan Öznur TOTRAKAN ile evli olup, iki kız ve bir erkek çocuğu vardır. (E) Koramiral Ekmel TOTRAKAN, İngilizce bilmektedir.




*sigaya çekmek.

*karşı tarafı zor duruma düşürmek ve doğruyu söyletmek için üst üste soru sormak demektir.

kısacası sorgu anlamı taşır.


13 yorum:

  1. Hasan Paşa’nın anılarını, görevdeki subaylar okumalı….

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. stanbul Üniversitesinden gelen bir profesörün dersinde Osmanlı’nın Kanuni devri görülürken vurgu yapılırken “... .. Peki, Kanuni döneminde ne yapılmıştır? Bir Taraftan yetişmiş insan gücünün meyveleri toplanırken- -Avrupa’da Rönesans ve Reform patlamaları yaşandığı bir dönemde- giderek dine sarılmak suretiyle bilimden uzaklaşılmış, bilim insanlarının kelleleri vurulmuş, şehzade ve yönetici yetiştirme sistemleri sulandırılarak dedikodu ve düzmece kurgulara (entrikalara) kurban edilmiştir.” vurgusu yapılırken haklılık payı olmakla birlikte; ülkemizde dini söylemlerin toplum üzerindeki etkisi dikkate alındığında doğrudan dinin/inançların (dine sarılmak suretiyle bilimden uzaklaşılmış) suçlandığı algısını yaratılmasından kaçınarak; “dini istismar edenlere” vurgu yapılması hususu düşünülmelidir.

      Sil
    2. Nitekim Hasan Paşa; iki sayfa sonra, bir başka örnekte kendisi için yaptığı yorumda “Doğruları söylerken ince manevralar yapabilecek kıvrak zekâya sahip değildim (sanırım hâlâ öyleyim) Orada, “Bu konuda dokümanlarda bazı çelişkiler var, inceleyip size arz ederim” deseydim böyle bir tepkiyle karşılaşmaz, onu da üzmezdim. “ diyor.

      Sil
    3. Doğru olduğu kararları uygularken, üstleri de dahil muhataplarını kontrol edercesine konuşabilen, olayları yönlendirmeye çalışan bir anlayışa sahip.
      Doğrucu Davut, inandığı gerçekleri savunmakta ‘fütursuz’ denilebilecek kadar cesur, sorgulayan, yapacaklarını ya da verilen konuyu anlamak için çaba gösteren, ….. Komutanımız dominant / baskın ve egemen karakterli olmak …. yöneticilik; ruhunda var…

      Sil
    4. Müzik, espiri ve organizasyon kabiliyeti sosyal faaliyetlerde kabul görmesini kolaylaştıran bir yapıya sahip…. becerikli, atılgan ama “tehlikeli sularda dolaşma” uyarısı alan … alkolü teşvik edici sözleri ile dikkat çekiyor … arkadaş canlısı, olduğu kadar eşek şakası yapmaktan da hoşlanan güzelliklere sahip… ..

      Sil
    5. Hasan Paşa’nın yabancı dillerden gelen kelimelere, yeni Türkçe karşılıklarını bulma çabası ilginç…. ne kadarı tutar belli mi olur? Skeç için türettiği karşılık ‘oyunca’ ve diğer kelimeler bir araya getirilirse yeni bir sözlük ortaya çıkabilir….

      Sil
    6. Kitabın yazarı olarak elbette kendisinim içinde bulunduğu olayları yazması beklenir… ancak kendi komutanının da içinde bulunduğu olayların baskın başrol oyuncusu olarak kendisini ön planda sunması de dikkatlerden kaçmıyor….

      Sil
  2. Komutanımızın bir kitap kurdu olduğunu anlıyoruz ve kayan kitap olarak referans aldığı kitapların bir kısmını kütüphanelerden aldım bulamadıklarımın bir kısmını da satın alarak yararlanmaya devam ediyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nitekim, dip notlarda tavsiye edilen kitaplardan birisi de :
      https://enyiyiarkadaskitap.blogspot.com/2024/01/var-olmann-dayanlmaz-hafifligi.html
      Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği

      Sil
    2. Söz konusu romanda olaylar Çekoslovakya’nın Ruslar tarafından 1968 işgali sırasındaki olaylar etrafında gelişiyor ve o dönemde Ruslarla işbirliği yapanlar ve sonrasında komünistlerin cennet vaatlerinin aldatıcı / yanıltıcı olduğunu farkedince “: Bilemedik! Aldatıldık! Bizler gerçekten inananlardandık! Yüreklerimizim derinlerinde bizler masumuz!” demeleri sorgulanmakta. Yazar bu sorgulamayı yaparken Sofokles’in Tragedyasını (Oedipus) hatırlatarak işgalin sorumluklarına göndermekte yapmakta….. bu yorumlar yapılırken günümüzde ülkemizde yaşananlara / maruz bırakıldığımız olaylara da örtülü göndermeler yapılıyor; anlayana….

      Sil
  3. Komutanımız kitabının san sayfalarında “Sıra dışılık” başlığın altındaki bölümde vurguladığı “Korkusuz, cesur, atak, delişmen, kabına sığmayan, farklı yaşayan, yaşadığı çağı aşan görüş ve düşünceler taşıyan bu sıra dışı insanların barış veya olağan koşulların yaşandığı dönemlerde terfi ve makam basamaklarını atama yoluyla tırmanmaları oldukça zor oluyor; hatta hiç olmuyor. Bulutlar kararmadıkça, işler tümüyle sarpa sarmadıkça, savaş tamtamları çalmaya başlamadıkça onları anımsayan yok. (İkinci Dünya Savaşı’nın ilahlarından Amerikalı General George Patton yarbay iken almış olduğu sicilde ”Baş belası bir insan; ancak bir savaş halinde süratle terfi ettirilerek üst rütbelere/makamlara getirilmelidir” yazılıdır. , 2’nci Dünya Savaşı patlar patlamaz hemen terfi ettirilmiş ve bilindiği gibi 6 yıl içerisinde generalliği yakalamıştır. Churchill İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında başbakan olur olmaz ilk yaptığı iş, savaş öncesinde pasif görevlere sürülmüş generallerin dosyalarını incelemek olmuş; Savaş’ın başarılı komutanlarının birçoğu işte bu tozlu dosyalardan çıkmıştır.) Lider kolay olunmuyor, kolay yetişmiyor; kolay harcamamak gerekir onları.” diyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yukarıda yazılanlar bana yazarın kendisinden de bahsediyor gibi geldi :)

      Sil
  4. Her şeye rağmen baştan sona okunması kolay, sürükleyici ve son bölümde yer alan çeşitli başlıklar altındaki değerlendirmeleriyle, eser büyü bir emeğin yansıması ve bir başvuru kitabı olarak isimlendirilmeyi hak ediyor.

    YanıtlaSil