Farkındalık
Sayı Her Zaman Az
Allah(c.c.) hayatı öyle kavşaklarla, öyle basamaklarla, dönüm noktası denilebilecek öyle köşe başları ile dizayn etmiş ki… Hep uyanık kalabilmemiz, farkındalığımızı sürekli besleyebilmemiz için muazzam bir döngü ve sirkülasyon söz konusudur.
Bu döngülerden biri de gec ve gündüz döngüsüdür. Allah (c.c.)farkındalığımızı besleyebilmemiz için bunu böyle dizayn ettiğini haber veriyor: “O öğüt almak isteyenler için geceyi ve gündüzü ardışık kıldı.” (*Furkan25/62) Âyetteki “hilfaten” kelimesi, “halef-selef”teki gibi “ardışık” demektir.
“Hep aydınlık olursa canımız sıkılır” Bir renklilik olsun.” diye mi gece ve gündüz art arda getirildi?
Hayır.
Ne için gece gündüz döngüsünü yarattı?
“Öğüt almak isteyenler için…”
Âyetteki “öğüt almak isteyenler için” ifadesi çok özenle seçilmiştir. Bunun yerine “öğüt için deseydi öğüt alma bir mecburiyetmiş gibi algılanabilirdi. Ama değil!
Hayat, herkesin öğüt alabilmesi için çok çeşitli donelerle tasarlanıp kurgulanmış ancak bir espriye bağlanmış; “almak isteyenler” bu öğüdü alabiliyorlar.
Ya almak istemeyenler?
Etrafa yağmur gibi âyet âyet öğüt yağsa bile almak istemeyenlerin, ilgi duymayanların, niyetine girmeyenlerin, hevesi olmayanların önüne kapanan bir dünya bu! Bütün mesele “niyet”. Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı
olmaz, derler. Dolayısıyla niyet ve beklentidir kişiyi daha öteye taşıyan. Şayet bir farkındalık, bir şuur
kazanılmış ise bunun öncesinde bir niyet saklıdır:“Ben şuurlu ve hep uyanık olmak istiyorum. Öyle ki, benden önce yaşamış milyarlarca insanın yaptıklarının aynısını yapıp hayatın beni de içerisine çekmesine, beni de boğmasına izin vermek istemiyorum. Bu hayatın anlamına dair bir farkındalık varsa şayet, ben o farkındalık üzere yaşama istiyorum. Herkesi alabora eden, herkesin şuurunu kapatan sıradan şeylerin benim de şuurumu kapatmasına izin vermek istemiyorum!” dediğiniz andan itibaren irade devreye giriyor. Ama az sayıda insan bunu başarabiliyor. Sayı her zaman az. Bunu da Zât-ı İlâhi bize haber veriyor: “Kullarım arasında hakkıyla şükredenle pek azdır” (*Sebe 34/13) Yüce Kibriyâ, sayının çokluğuna odaklı değil. Sayıya bağlı b ir değer ya da üstünlük söz konusu değil. Az sayda olsunlar da gönüllü olmaları son derece kıymetli O’nun için
… ..
İstatistiksel olarak dar bir aralığa girebilmeyi başarı sayarız. Özellikle üniversite sınavlarında böyledir, başarının ölçüsü yüzde/binde bire girebilmektir. Böyle ne bir kriter üzerinden değerlendirirsek Allah’ı gereği gibi takdir eden, seven, sayan, “her koşulda Rabbi hakkında hüsnü zan eden”, O’nunla barışık bir kalbe sahip kimselerin sayısı azdır. Ve bu, onların bilinçli tercih ve gayretleri ile gerçekleşmiş bir sonuçtur.
İrade
Çocukken ”irade meselesini anlamaya çalışırken “Ya Rabbi! Sen insanları yarattın. Onların her türlü ayarlarını
da sen oluşturdun. Eğer ki aralarından müttakiler çıkıyorsa o ayarları da buna uygun hâle Sen getirmişsindir” diye
düşünürdüm. Sonra anladım ki böyle düşünerek, Cenâb-ı Hakk’ın insanı bir makine gibi iradesiz yarattığını
tasavvur ediyormuşum. Hâlbuki Allah (c.c.) insanı bir makine gibi değil, ahsen-i takvîm üzere, en güzel şekilde
yarattı. Onu apayrı kılan yanı, “irade sahibi” olarak yaratılmış olmasıdır!
“Dünden Bugüne” formatındaki bir programda, yapay zekâ uzmanlarından biri alandaki gelişmelerden söz
derken şöyle diyordu: “Yapay zekâ da olsa nihayetinde bir makine; çok fazla heyecan yapıp gözümüzde çok
büyütmeyelim. Ürettiğimiz bu makinenin önünü, arkasını, tüm eylem ve tepkilerini biz düzenliyoruz. Onun ‘Pi’nin
uzantısına bağlasak bile tüm durumlarda gelecek olası tepkiyi baştan biz belirliyoruz. Hiçbir zaman ona bir kişilik ve
irade kazandırmak mümkün değil. Aklımızdan geçirmedik.
Birinci adımda, geçmişten günümüze kadar gelmiş insanların verdiği tüm tepkileri toplayarak bir veri havuzu
oluşturuyoruz. Sonra bu verileri kullanarak yapay zekânın hangi durumlarda ne tepki vereceğini gösterir bir komut
dizisi yazıyoruz. Bunu bir satranç gibi de düşünebiliriz. Bugüne kadar satranç oynamış oyuncuların tüm
hamlelerinin
toplamından oluşan bir komutlar dizisini robota yüklüyoruz, hepsi o kadar. Kendisiyle oynanan bir robotun/
bilgisayarın yaptığı şey, bir hamle karşısında sistemine yüklenmiş olan ihtimalleri tarayarak verebileceği en uygun
tepkiyi ortaya koymaktır. Yeni ve özgün bir hamle yapamıyor. Rakipleriyle karşı karşıya geldiği zaman ortaya
çıkardığı oyun, eski oyuncuların izlerini taşıyan hamlelerden ibaret oluyor.”
Oysa irade sahibi olan insan, kendi iradesiyle geleceğine kendisi karar verebilen bir varlıktır. Bu iradeyi
insana veren, onu irade sahibi olarak yaratan da Allah’tır. Bu o kadar olağanüstü bir yaratılıştır ki geçmişte bazı
âlimlerimiz insana verilen iradeyi anlamaya çalışırken “Allah yeni ve mutlak irade sahibi birini yaratarak Kendi
mutlak iradesine şirk mi koşmuş?” diyerek neredeyse “Cenâb-ı Hak, bir ilah daha mı ortaya çıkarıyor?” demişler.
Çünkü irade olağanüstü bir şeydir. Hâlbuki Allah bu iradeyi insana sınırlı ve sorumlu bir aralıkta ”emaneten”
bahşetti. Dolayısıyla bu emanet ediş Cenâb-ı Hakk’ın yüce ve aşkın olan mutlak iradesini delmek anlamına
gelmez.
Sınırlı ve sorumlu bir aralıkta ama tam bağımsız olmak kaydıyla bu emanet insana yükleniyor. … .. “Dileyen iman
etsin, dileyen inkâr etsin (*Kehf 18/29)
Hayatı bir tren yolculuğu gibi düşünelim. İster ön tarafa oturursunuz ister arkada. Nerede oturacağınız sizin
iradenize bırakılmıştır. Asıl mesele, bu sınırlı ve sorumlu aralıktaki insanın, Yüce Yaradan’a karşı sevgi ve
saygıyla
mı, yoksa O’nu umursamadan mı hayatına devam ettiğidir.
Daha sevgi saygıya gelmeden önce bunun arka planında tanıma” vardır. Tanımadığınızı birini takdir etmeniz
mümkün mü? Değil. Dolayısıyla takdir etmediğiniz birine hayranlık duyamaz, hayranlık duymadığınız birini
sevemezsiniz. Öyleyse tanımak için birinci adım farkına varmaktır.
Tanımadan Sevemezsiniz
Allah (c.c.) kendi Zât-ı ile ilgili bir âyette; … … “Bil ki Allah’tan gayri ilah yoktur.” (Muhammed 47/19) buyrulmaktadır. Âyetteki … .. “Bilmek” anlamındadır ve ilmî süreçlerin hepsini içerir. Kur’ân’da ve etrafımızda Cenâb-ı Hakk’ın âyetlerini fark ederek O’nun neler yapabildiğini; neler yapabildiği üzerinden ilmini, gücünü, kudretini; fiilleri üzerinden bize karşı nasıl olduğunu anlar; esirgeyişini ve rahmetini gördükçe günbegün Cenâb-ı
Hakk’ı tanırız. Ve artık tanıdıkça kudreti, büyüklüğü karşısında büyük bir hayranlıkla O’na karşı sevgi ve saygı duyarız.
Dolayısı ile Yaratıcı’yı tanımadan, âyetlerinin farkına varmadan bir kulluk bilincinden söz etmek ; insanın hiç bilmediği, tanımadığı birine âşık olduğunu iddia etmesine benzer. âşık olduğunu söyleyen birinin sevdiğini iddia ettiği kişiyi hiç görmemiş olması, dolayısıyla ne fiziksel ne kişisel hiçbir özelliğini bilmemesi, sesini dahi duymamış olması yani onun hakkında hiçbir fikir sahibi olmaması düşünülebilir mi? Bu olabilen ya da olması mümkün bir şey değildir.
Allah’ın (c.c.) kendi büyüklüğünü, gücünü tanıtmak üzere var ettiği “Dünya Sahnesi”ndeyiz. Etrafımızdaki varlılara, bu varlıklar içerisinde özellikle kendimize odaklandığımız zaman Yüce Yaratıcı’nın gücünü ve kudretini görmeye başlarız. Ama analitik bir gözle bakıp da odaklanmazsak “O zaten var…”, O zaten olması gereken bir varlık” diyerek sıralandırırsak artık O’nun ne ilmini ne kudretini görürüz.
Ailesinin ve çocuklarının maddi, manevi her tülü ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan bir baba düşünelim. Hem çalışıp çabalıyor hem onları ihmal etmiyor, çocuklarıyla da özel olarak ilgileniyor. O kendi dünyasında iyi bir baba olduğunu düşünürken anlıyor ki çocukları hiç de sandığı kadar kendisine değer vermiyor. Yetmez, daha da elde edemedikleri istekleri üzerinden kendisini yargıladıklarını görüyor. Çünkü çocuklar o zamana kadar, babalarının onlar için aksatmadan yaptığı her şeyi “zaten olması gerekenler” olarak değerlendirmiştir. Böyle nankör bir tipten söz ediyoruz..
İnsanların çoğu, Allah’ın (c.c.) behşettiği hayat nimeti, içerisinde yaşadığı bu varlık âlemi ve sahip olduğu nimetler üzerinden Cenâb-ı Hakk’ı tanımayı, takdir edip sevmeyi, hayatı O’nun adına saygıyla yaşamayı tercih etmiyor. Zaman zaman Cenâb-ı Hakk’ı andığımız oluyor tabii ama daha çok vermedikleri üzerinden -belki de suçlayarak- anıyoruz O'nu (c.c.) Âdeta bir sihirbaz edasıyla verdiği nimetleri yok sayarak farkındalığımızı kaybediyoruz; bu da bizi Cenâb-ı Hakk’a karşı nankör kılıyor.
Nan-Körlük
Kur’ân’da nice ayette ”Farkına varın!” der Cenâb-ı Hak. İsrailoğullarını okuyun ki farkına varın, onların düştüğü yanlışa siz de düşmeyin, der. Ve nice âyetlerin arasında sürekli şu ifadeler geçer. … .. İsrailoğulları!... Allah’ın nimetlerini hatırlayın. (*Bakara2/40) Sadece sahip olduğumuz nimetleri hatırlasak bize yetecek! Gözlerimizi kapatıp geçmişe dönsek “Ya Rabbi! Şu şu olsa bak gör, ondan sonra beni ne hâlde göreceksin!” dediğimiz onlarca, belki yüzlercesini bulacağız. Belki de hiçbirini hatırlamıyoruz. Çok istediğimiz şeyler zaten gerçekleşmiştir; okuldan mezun olmak, bir hastalıktan şifa bulmak, iş güç sahibi olmak vs. Bunların olması için Cenâb-ı Hakk’a verdiğimiz nice sözler vardır ama unutmuşuzdur. Oysa bize yaşattığı birçok nimetle hayatımızda bir milat oluşturmuştur, başkaları da tanıktır ama biz çoktan unutmuşuzdur!... İşte bu, farkındalığımızın kapandığı hatta Cenâb-ı Hakk’a karşı nankörlüğe dönüştüğü bir süreçte ilerlediğimizi gösterir.
“Ya Rabbi! Bu makama bir gelirsem…” Makamı bırakın, iş sahibi bile değildi henüz.
“Ya Rabbi! Bir iş sahibi olayım. Bak, bir işim olsun! Fazla bir şey istemiyorum,şöyle normal bir iş.”
“Ayağımızı yerden kesecek kadar bir arabamız olsun, yeter! demişiz. Üst sınırı da kendimiz söylemişiz o zamanlar. Allah maraba vermiş, Murat 124 mesela. Şimdi o günleri unutmuşuz: “Biz de bununla kaldık ya!... Herkes arabayı değiştiriyor, Cenâb-ı Hak pek bir şey vermiyor kiş bize!” demeye başlamışız.
“Bir iş bulalım.” demişiz, olmuş. Şimdilerde şeflikleri, müdürlükleri kovalıyoruz. Elde ettiğimiz nimetlerin bir üst mertebesi olmuyor diye hayıflanıyoruz. “Nasıl bir dünya ise! Adam namaz bile kılmıyor ama il,şleri yolunda. Ben? Ben namazımdayım, niyazımdayım ama işim düzgün gitmiyor’”
Cenâb-ı Hakk’ın bize olan nimetlerini hep azımsar bir “körlük” ile nankörlük sürecine giriyoruz.
Böyle bir körlüğü evlatlarımız bize karşı yapsa kızarız, harçlık vermemek gibi cezalarla tepkimizi belli ederiz. Hatta “Bir yerde çalışsında biraz burnu sürtsün, farkına varsın!” dediğimiz olur. Cenâb’ı Hakk bize onu da yapıyor. İyice körleşmeye yüz tutmuş ve böyle giderse kapanıp gidecek olan farkındalığımızı açmak için yeri geliyor benzer şekillerde bizi uyarıyor. Nasıl ki evlatlarımızdan hemen vazgeçmiyoruz, Cenâb-ı Allah (c.c.) da kulundan kolay vazgeçmez. Dolayısıyla farkındalığımızı tekrar kazandırmak için gerekirse tokat atar. Bu da O’nun rahmetinin bir tezahürüdür.
Farkındalık
Kendini unutmak
Sayı Her Zaman Az
İrade
Tanımadan Sevemezsiniz
Nan-Körlük
Algısal Yanılgımız
Uyaranlar
Yalanı Tüketelim
Hayat algımız
Hiç Düşünmediler mi?
Negatif Bilim
Hidayet Süreci
Yaratanın Kodlaması
Gerçeğin Farkındalığı Yalanı Huzursuz Eder
Gerçeğin Yüzü Acıdır
İddia İspat İster
Gökleri, Yeri, ve Bizi Boş Yere Yaratmadın
Sonsuz Beklenti İçindeki İnsan
”Bir Sorumluluğunuz Yok!”mu?
Gönüllü Olarak O’na Yönelmek
Tükettikçe Tükenen Hayat
Yeni Bir Başlangıç Yapıp Kısır Döngüden Çıkmak
Dünya Denizinde Zikre Tutunmak
Anlam’a Yolculuk
Hastalığın, Yorgunluğun, Bıkkınlığın Olmadığı Yer
Anı Yaşa!
İbret
İki Yol
Bilinç-Üşengeçlik
Duygularla Kalp Arasında Kalmak
Gezin Dolaşın, Okuyun, Veri Toplayın
Cehalet Mutluluk Getirir mi?
“Anlam”dan Kaçarak Kurtulamayız!..
Nimetin Farkında Olmak
Aman Ha Unutmayın
Belirsizlik ve Farkındalık
Vagon Olmak
Basiretle Okumak
Miyopi-Yakına Odaklık
Zaman İzafi ise Esas Olan Nedir?
Miyopi ile İlletliyiz
Eyvah Geçekmiş
Elde Eriyen Buz Parçası
Kalbe Doğan Akıl
Akletme Merkezi: Kalbimiz
Nasıl Akledebiliriz?
Akletmek Nedir?
Bir İnsan Nasıl Münafık Olur?
Gören Kalplerimiz
İnsanın En Büyük Kaygısı
Uyanış ve Sürdürülebilir Farkındalık
Cennet Hak, Cehennem Haksızlık mı?
Farkındalığımıza Sahip Çıkmaktan Sorumluyuz
Gerçek Hayat
Neyiniz Var Sizin?
Uyanmak
Yaratıcı Hakkındaki Zannımız
Hidayete Adım Atmak
Hayret
İman Yolu İlim Yoludur
Mechul Tanrı
Âyetleri Sıradanlaştırmak
“Gökleri ve Yeri Var Eden!”
Neyiniz Var Sizin?
Bakış Açısı
Skor Sıfır!
Analitik Gözlem: Gözlem
“Her Şey”in Rabbi
*Kendini Unutma & Halis Aydemir
İnsan yayınları
Birinci Baskı: 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder