Dar Odanın Karanlığı
… .. Artık, saçaklardan pıt pıt düşen damlalar. İçerden dışarı uğrayan, yanmış gaz kokusu. Taa ilerde, yokuşun altında minibüs durağının orada sarı aydınlık. Direğin üstünde: Demek yol lâmbaları sönmemiş. O duraktan sonra, bir köşede yolları ayrılacağı sıra, kapat şu Ayten lafını artık, demesine aldırmaksızın yine üsteleyişi Emine’nin:
“Ben senin yerine olsam, varırdım Ziya abiye, bu kızın çalımını yanına koymazdım!”
Az önce , Cebeci’nin orda, minibüs beklerken Ayten, Salih’in kolunda geçmiştir. O gülüşüyle…
“Bak” demişti Sultan, hem kaşları çatık, hem Emine’nin açık kalmış yakasını ilikleyerek. “Bak bana, Emine, ben ne bir adam borçlarımı ödesin, ne babama baksın, diye evlenirim onunla. Ne de Ayten'in çalımını ezmek için. Ben canım ne zaman isterse o zamöan evlenirim . Canım ne zamn ister? Onu da o zaman olduğunda görürsün..”
İşte, o zaman, Emine’nin şaşkın şaşkın bakışı. Aşağıda, soluk ışığı tıtreyip duran elektrik direğinin az berisinde. Şekerim Emine. Şimdi bu aynı karanlıkta, televizyon camının içine çekile çekile söndüğü bu odada , saç diplerini kaşıya kaşıya düşünüp duruyordur. En çok kızdığı da, bu dünyaya kız gelişi. Erkek olsaymış, bunu ne Salih’in, ne Ayten’in yanına koyarmış… Kız olmuşun, erkek olmuşun, ne ilgisi var Emine? De şimdi bana senin gösterdiğin yiğitliği kim gösterdi peki? Salih mi? Al sana erkek. Kafasını omuzlarının arasına çekmiş, sanki art arda düğme dikiyormuş gibi duran Ahmet’le Remzi mi? Hangisi? Bize yeni işimizi de onlar mı buluverdiler yoksa? Gerçi artık ipeklilerle, jorjetlerle değiliz. Hep kot. Olsun. Kot olsun, tulum olsan. Biz onlara gerekliyiz. Benim asıl yandığım, yarın o Salih, Ayten’in karşısına dikilecek, onun nelerini aldığını, neleriyle oynadığını unutmuş olup, suratına bir de tokat indirecek belki: Hep senin yüzünden, hep senin yüzünden değil mi? Elimdeki en iyi işçimi kaçırttın bana!..
Vurmasın, vurmasın da… Vurmasın! Yoksa iyice Maltepe’ler, iyice Tunalı Hilmi’ler… Fünye nedir sahi? Nasıl patlatılırlar?
Sultan bir süre Mamak çayının akışını dinliyor. Çayın akışı mı, kulaklarından bir türlü silip çıkaramadığı tüfek sesleri mi? Yoksa işte, eriyen kar. Şıp şıp damlayışı suların. Bekli bitti, hepsi eriyip gitti. Gökte yıldızlar. Esinti, bütün bulutları sürüyüp götürmüş. Geride sıvama yıldız kaplı bir gökyüzü bırakmış. Pus, az daha dağılsa, yıldızlar az daha alçalsalar, derin karanlık açılacak. Taa ilerdeki sarı ışıkla pencere arasındaki katıksız karanlık usuldan aklanacak. Yarın güneşli olacak. Fakat yerler diz boyu çamurlu…
Camı kapıyor, Hırkasına sarınıyor. Lâmbada gaz cızırdamaya başlıyor. Söndü sönecek: Şu mumu bulsam. Kendime bir çay yapsam. Sabah da babama desem ki: Ziya’nın bir kusuru yok. Fakat insan, bir ucuna, bir etek ucuna ağırlık etmeden yaşayabilmeli ki, yaşıyorum diyebilsin. Sen iyileşmeden, ben, borçları ödemeden evlenmem baba. Ne zaman ki doğru dürüst bir isteğim var, onu istemeye yüzüm olmalı. Ziya da, beklerse bekler; beklemezse, eh ne yapalım, demek o da eş değil, boynu eğri birini istiyor. İnsan bu, hiç belli olmuyor ki babam benim!
Şuralarda bir mum olacaktı ama…
Sabah, Emine sorar: O zaman, ne zaman peki?
Bilmiyorum ki.
Sonra yine sorar: Ayten çıksa gelse, ben ettim, sen etme, dese… Elinden tutar mısın? Yüzüne bakar mısın Sultan abla?
Sultan durdu, düşündü: Sahi, elinden tutabilir miyim, yüzüne bakabilir miyim?
Özür dileriz, özür dileriz. Yanlışlık oldu.
Lâmba, bir iki ıpıldadıktan sonra büsbütün sönüyor. Mum nerde?
… ..
Elektrikler tam o sırada yandı. Sultan’ın nir ân gözleri kamaştı. Yumdu gözlerini. İçinde sarımtırak bir karanlık: Üsteleme Emine bilmiyorum işte!
Baktı, Emine’ye gülümsüyor. Hani düşlerde olur, hem düşü görürsün, hem de düşteki kendini; işte öyle.
Karanfilsiz
Çok Özel Küçük Şeyler
Ooof! Ohhh!...
Savun Sevdam Sen Savun
Kimi Zaman da Yapayalnız Gütmek Uzun ve Dönemeçli Yolları
Şiir ve Sinek
Hadi Gidelim
… ..
Hadi Gidelim & Adalet Ağaoğlu
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
1.Basım: 1982, Remzi Kitabevi
İlk öyküyü okuyunca 1970’lerin sonu, diğer bir ifade ile seksen darbesine giden günlerde, her şeyin karaborsaya düştüğü, memleketin batması pahasına kavga eden siyasiler, hortlayan anarşi yüzünden öğrencilerin boykotları nedeniyle yarıda kalan üniversite eğitimleri, liselere kadar bulaşan ideolojik çatışmalar ve “at izinin it izine karıştığın” o günlerde her gün hayatını kaybeden genç insanlar,akaryakıt yokluğu nedeniyle akaryakıt pompalarının üstüne bırakılmış hortumlar, enerji kısıtlamaları nedeniyle yaşanan elektrik kesintileri, karanlıkta kalan evlerde mum ve gaz lâmbası ışığı altında ders yapmaya çalışan çocuklar, geceleri sokaklarda dolaşan kandırılmış örgüt üyesi çocuklarla arka planda darbe için şartları olgunlaştırma peşinde karanlık planları uygulamaya çalışan güçler, aziz ülkemizi emperyal güç çıkarlarına kurban etmeye azmetmiş tetikçiler….
YanıtlaSilSonuç olarak iç acıtan anılar gözler önünde canlanıyor….. ülkeyi geri götüren o günlere, bu karmaşada kurban giden hayatlara yazık oldu…… Ders alabilseydik bari…. o da olmadı.
O günlerde sadece Anadolu’dan büyük şehirlere galan göç akınları ve çarpık yapılaşmanın ortaya çıkardığı gecekondulardaki yoksulluk ve çaresizlik manzarasını yeni nesillere anlatabilmek kolay olmasa gerek….. O zamanın ruhunu en iyi anlayacak olanlar ise elbette o değişik zamanı yaşamış olanlar…
YanıtlaSil