Hristiyanlığın Ortodoks mezhebine göre vaftiz edildim ve o doğrultuda eğitildim. Çocuk ve gençlik yıllarımda, bu inanç çerçevesinde eğitim gördüm. Ama on sekiz yaşında, ikinci yıldan sonra üniversiteyi bıraktığımda, artık bana öğretilmiş şeylerin hiçbirine inanmıyordum. Bazı anılara dayanarak hüküm vermem gerekirse, gerçekte hiç de öyle ciddi inançlı biri sayılmazdım. Bununla beraber, bana öğretilenlere ve çevremdeki yetişkinlerin inançlarına itimat ediyordum, ama bu itimat pek sallantılıydı. Hatırlarım, on bir yaşlarındaydım; şimdi çoktan ölmüş olan Voladga adında, liseli bir çocuk bir pazar günü bize gelmişti ve en büyük haber olarak, lisede yapılan bir buluşu anlatmıştı. Buşui şuydu: “Tanrı diye bir şey yok, bize öğretilmiş olanların hepsi uydurma şeyler.” (bunlar 1838 yılında oldu.) Küçük erkek kardeşlerimin bu haberle nasıl ilgilendiklerini ve benim de fikrimi aldıklarını anımsıyorum. Ve hatırlıyorum, hep birden canlı bir heyecana kapılmış, bu haberi son derece ilginç ve iyiden iyiye mümkün bir şey olarak kabul etmiştik.
Sınar şunu da hatırlıyorum, ağabeyim Dimitriy üniversite öğrenimi sırasında , o kendineözgü hâliyle birden kendini dine verip de her âyine gittiğinde, oruç tutup temiz ve ahlaklı bir hayat sürdüğünde, onu hepimiz -büyük kardeş-ler de dahil - durmadan alaya almış, kendisine “Nuh” adını takmıştık. Hatırlarım, o zamanlar Kazan Üniversitesi mütevelli heyetinden Mussin Puşkin, bizi bir baloya davet etmişti de, gitmeyi kabul etmeyen ağabeyimi alaylı bir tarzda ikna etmeye çalışmıştı, “Hz. Davut bile tapınağın dolabı önünde dans etti” diyerek. Büyüklerin bu şakalarını o zamanlar alkışlıyor ve şöyle bir sonuç çıkarıyordum: Hristiyanlığın esaslarını öğrenmek ve kiliseye gitmek gerekiyordu ama bütün bunları fazlaca önemsemeye gerek yoktu. Ayrıca çok genç yaşlarda Voltaire’i okuduğumu ve onun alaylarının beni kızdırmamış, tam tersine eğlendirmiş olduğunu hatırlıyorum.
Bu inançtan kopuşum, kültürlü tabakaya mensup insanlarda nasıl olmuşsa ve şimdi de nasıl oluyorsa, öyle olmuştu. Sanırım bu, çoğunlukla bunlara olmaktadır.: Çevresindeki çoğunluk nasıl yaşıyorsa, öyle yaşıyor insan; herkes inanç esaslarıyla ortak olmayan, çoğunlukla ona ters düşen ilkelere bağlı olarak
yaşıyor; inanç öğretisinin hayatımızda yeri yok, ne başka insanlarla olan ilişkilerimizde rastlıyoruz ona, ne de bizzat kendi hayatımızda onunla alışverişimiz oluyor, inanç esaslarını herhangi bir yerde, hayattan uzakta ve ondan bağımsız olarak kabulleniyoruz. O, bir kere karşımıza çıkınca da, tıpkı, hayatı içten hiç ilgilendirmeye, dıştan bir olaymış gibi, dıştan bir olaymışi gibi karşılıyoruz. ... ..(s.32)Niçin yaşıyorum? Niçin arzuluyorum? Niçin çalışıyorum? Ya da şöyle dile getirilebilir bu soru: “Hayatımda kaçınılmaz olan ölümle yok olmayacak bir anlam var mıdır?
(s.32)Türlü biçimlerdeki bu tek soruya cevabı, bütün beşeri bilimlerde aradım ve şunu buldum ki, bu soruyla ilgili bütün beşeri bilimler, birbirine karşıt iki kutba ayrılmaktadır. Her ilişkinin sonunda da iki karşıt kutup vardır: Biri eksi, diğeri artı kutup, ne bu ne de öteki kutupta hayatın sorularına cevap vardır:... ..
… ..
(s.37)Hayatın sorusuna cevap arayışım sırasında, ormanda yolun şaşırmış bir inasanın hissettiği duygunun aynısını hissediyorum.
Bu insan aydınlık bir yere gidiyor, … .. bir ağaca tırmanıyor ve sınırsız bir mekânı açıkça görüyor. Ama şunu da görüyor ki hiçbir yerde bir tane bile ev yok ve olamaz da. Sonra bir çalılığa giriyor ve karanlığı görüyor, burada da hiç ama hiç ev yok.
İşte ben de böyle, beşeri ilimlerin ormanında, matematik ve tecrübi ilimlerin beni uzaklara baktıran ama o taraflarda eve benzer bir şey görünmeyen aydınlık yerleriyle, nazari bilimlerin uğraştıkça durmadan karanlığa daldığım ve çıkış yolu olmadığına kanaat getirdiğim karanlığı arasında dolanıp duruyorum.
… ..
(s.38)Tabii bilimlerin bir kısmına soru sorunca, hiç sormadığım şeyler hakkında bir sürü belli cevapları alıyordum: Yıldızların kimyevi bileşimi hakkında, Herkül burcunda güneşin hareketi , türler ve insan hakkında, havanın gözle görülmez parçacıklarının biçimleri hakkında. Ama “Hayatın anlamı neden ibarettir?” sorusuna bu bilimin cevabı yalnızca şuydu: “Sen, hayatım dediğin şeysin; sen moleküllerinin zamana bağlı ve rastlantısal bir kenetlenmesisin. Bu moleküllerin değişimi, karşılıklı değişimi, karşılıklı etkileşimi senin içinde “hayatım” dediğin şeyi doğurur.Bu kenetlenme bir zaman boyunca sürer; sonra bu moleküllerin karşılıklı etkileşimi son bulur ve. Bütün soruların son bulur. Sen herhangi bir şeyin rastlantıya yumak olmuş kütlesisin. Bükütlecik çatlar, bileşim son bulur ve ve onunla da bütün sorular biter. “Bilimlerin aydınlık bölüğü işte böyle cevap veriyor. … ..
Böyle bir cevap; besbelli, benim sorumun cevabı değildir. … ..
… ..
… .. (s.39)Bu tecrübi bilimlerin varlığı kapalı çözümler şöyle bir düşünceyle son bulur: “Hayatın anlamı gelişimdir ve bu gelişimin sağlanmasıdır.” Bu ise kesin olmayışı ve kapalılığı dolayısı ile bir cevap sayılmaz.
Bilimlerin öteki grubu yani teorik alanı, ilkeleine sıkıca bağlanıp bu soruya düpedüz cevap verirse, her zaman ve her yerde aynı şeyi söyler: “Dünya, sonsuz ve akıl almaz bir şeydir. İnsan hayatı bu akıl almaz evrenin akıl almaz bir bölümüdür. Yine ben teorik bilimlerle tecrübi bilimler arasındaki bütün bu uzalaşmaları saf dışı bırakıyorum. Bunlar hukuk, siyaset ve tarih denen yarı-bilimlerin bütün safrasıdır. Bu bililerde de aynı şekilde yanlış olarak gelişme, mükemmelleşme, sonsuzda ne amaç olabilir ne de yön olabilir ve benim soruma hiçbir cevap veremez.
Teorik bilimlerin kesin olduğu yerde hakiki felsefede -Schopenhauer’in “profesörler felsefesi” dediği ve yalnızca her varlığı yeni sınıflandırmalara göre bölen ve onlara yeni isimler veren bilimde değil- yani filozofun, sorunun çekirdeğini gözden kaybetmediği yerde, cevap hep bir ve aynıdır.
Sokrates, kendini ölüme hazırlarken “Hayattan uzaklaştığımız ölçüde gerçeğe yaklaşırız” der -”Biz, hakikati sevenler neye koşarız? Bizler kendimizi vücuttan ve vücudun hayatından kaynaklanan her türlü beladan kurtarmaya uğraşırız. Eğer durum buysa, ölüm bize gelirken niçin sevinmeyelim.
“Bilge kişi, hayatı boyunca ölümü arar, bu yüzden de ölüm ona korkunç gelmez.”
… ..
(s.40)“Her şey boş” der Hz. Süleyman. … ..
… ..
(s.45)Gördüm ki benim çevremin insanları,içinde bulunduğumuz bu korkunç durumdan kurtulmak için dört yol bulmuşlar.
Birinci çıkış yolu, bilgisilik yoluydu. … ..
İkinci çıkış yolu, Epikürcü çıkış yoludur. … ..
(s.47)Üçüncü çıkış yolu, güç ve enerjinin çıkış yoludur. Esası şudur.: İnsan, hayatın dert ve saçmalık olduğunu anlayınca, onu yok etmelidir. … ..ölülerin sahip oldukları şeyin yaşayanlarınkinden değerli olduğunu ve en iyi şeyin var olmamak olduğunu kavrayınca, buna göre davranıyorlar. ... ..
Dördüncü çıkış yolu ise zayıflık yoludur. Bunun esası şudur: İnsan, hayatın dert ve saçmalık olduğunu kavradığı hâlde, onu sürdürmeye son vermez, hem de bundan bir şey çıkmayacağını bile bile. … .. Ben bu gruptayım.
… ..
*İtiraflarım & Tolstoy
Türkçesi: Dr. Orhan Yetkin
Kaknüs Yayınları
1.Basım, 1999 İstanbul
*.. en iyi arkadaş kitap ..: Zamanın Kısa Tarihi* (enyiyiarkadaskitap.blogspot.com)
*Epikür - Vikipedi (wikipedia.org)
*Epikuros (MÖ 341, Sisam - MÖ 270, Atina) veya kısaca Epikür, felsefe tarihinin en etkili okullarından biri olan Epikürcülüğün kurucusu Antik Yunan filozoftur.
Felsefesi:
Mutluluk: Epikür bir ahlak felsefesi geliştirmiştir ve felsefenin ana düşüncesi mutluluktur (eudaimonia). Ona göre insan, tabiatı itibarıyla acıdan, üzüntüden, kaygıdan kaçıp neşe ve haz peşinde koşar. Bu yüzden bireyin temel amacı da mutluluk ve hazza ulaşmaktır. Fakat bu mutluluk ve haz materyalist özellikler taşır; maddi hazlar önemlidir. Bununla birlikte insan dinsel kaygı ve sınırlamalardan uzak durmalıdır. Felsefenin görevi de buna göre belirlenmiştir: insanın mutluluğa giden yolunu araştırmak.
Epikür, insan mutluluğu dışında antik Yunan felsefesinin soyut tartışmalarıyla ilgilenmemiştir.
Haz ve Acı: Epikür, hedonizmi andıran bir biçimde, mutluluğun ve iyiliğin ölçütü olarak haz ile acı kavramlarını temel alır. Fakat bu kavramları Hedonistler ‘zevk, eğlence ve neşeye ulaşma’ hedefini açıklamakta kullanırken Epikürcüler bunu ‘beden sağlığı ile ruhsal dinginliğe ulaşmak’ hedefini açıklamakta kullanır.
Haz, basitçe acı veren şeylerden kaçıp dinginliğe ulaşmak anlamına gelir. Acı ise biyolojik açıdan açlık, susuzluk, üşümek, hastalanmak gibi durumlardır; manevî açıdan ise ruhsal gerginlikler, depresyon, korku, endişe, kaygı hâlinde bulunmak anlamına gelir.
Epikür, arzuları üçe ayırır:
Doğal ve zorunlu: Hayatta kalacak ölçüde beslenmek, barınma, sağlıklı olmak...
Doğal ama zorunlu olmayan: Fazladan beslenmek, cinsel faaliyetler…
Ne doğal ne de zorunlu: Mal mülk edinmek, şöhret, ihtişam, lüks
Eserlerinde insanlığın çeşitli meselelerine değinen Tolstoy'un dünya ölçüsünde bir sanat ve fikir değeri vardır.[1] Kendi ülkesinin toplumsal siyasal çalkantılarını, halkının yaratılışını, yaşayışını büyük bir ustalıkla yansıtmıştır. Gerçekçi edebiyatın en büyük temsilcilerinden olduğu kadar, bir filozof ve bir eğitimci olarak da ün kazanmıştır.[1] Yukarıda sayılanların dışında "Diriliş", "Gençliğim", "Çocukluk", "Hacı Murat", "Ayaklanış", "Sergi Baba", "Tanrı Bizim İçimizdedir", "Kazaklar", "Tesadüf", "İki Süvari" gibi eserleri de vardır.[1]
Tolstoy 82 yaşındayken, 1910 yılında öldü.[1] Kış ortasında evini terk edip de hasta düştükten sonra, Astapovo'da bir tren istasyonunda zatürreden öldü.
Tolstoy, arayış içinde olduğu dönemlerde soruyor "Niçin yaşıyorum? Niçin arzuluyorum? Niçin çalışıyorum? Ya da şöyle dile getirilebilir bu soru: “Hayatımda kaçınılmaz olan ölümle yok olmayacak bir anlam var mıdır?
YanıtlaSil(s.32)Türlü biçimlerdeki bu tek soruya cevabı, bütün beşeri bilimlerde aradım ve şunu buldum ki, bu soruyla ilgili bütün beşeri bilimler, birbirine karşıt iki kutba ayrılmaktadır...
(s.39)Bu tecrübi bilimlerin varlığı kapalı çözümler şöyle bir düşünceyle son bulur: “Hayatın anlamı gelişimdir ve bu gelişimin sağlanmasıdır.” Bu ise kesin olmayışı ve kapalılığı dolayısı ile bir cevap sayılmaz....
YanıtlaSilTeorik bilimlerin kesin olduğu yerde hakiki felsefede -Schopenhauer’in “profesörler felsefesi” dediği ve yalnızca her varlığı yeni sınıflandırmalara göre bölen ve onlara yeni isimler veren bilimde değil- yani filozofun, sorunun çekirdeğini gözden kaybetmediği yerde, cevap hep bir ve aynıdır. ...
SilSokrates, kendini ölüme hazırlarken “Hayattan uzaklaştığımız ölçüde gerçeğe yaklaşırız” der -”Biz, hakikati sevenler neye koşarız? Bizler kendimizi vücuttan ve vücudun hayatından kaynaklanan her türlü beladan kurtarmaya uğraşırız. Eğer durum buysa, ölüm bize gelirken niçin sevinmeyelim.
Sil“Bilge kişi, hayatı boyunca ölümü arar, bu yüzden de ölüm ona korkunç gelmez.” ...
İşte ben de böyle, beşeri ilimlerin ormanında, matematik ve tecrübi ilimlerin beni uzaklara baktıran ama o taraflarda eve benzer bir şey görünmeyen aydınlık yerleriyle, nazari bilimlerin uğraştıkça durmadan karanlığa daldığım ve çıkış yolu olmadığına kanaat getirdiğim karanlığı arasında dolanıp duruyorum. ... ..
SilBu ifadeleri okurken Stephan Hawking'in "Zamanın Kısa Tarihi " kitabındaki düşünceleri aklıma geldi...
Sil.. en iyi arkadaş kitap ..: Zamanın Kısa Tarihi* (enyiyiarkadaskitap.blogspot.com)
Stephan Hawking; kitabında kara delikler, evrenin genişlemesi , zamanda yolculuk vb. çok ilginç bilimsel tespitleri paylaşırken "İzafiyet Teorisi" teorisi gibi Albert Einstein'nin ve benzeri bilim adamlarının çok değerli başka teorileriyle her birinin ayrı ayrı bazı bilinmezleri anlamamızı kolaylaştırdıklarını, diğer yandan ise tek başlarına ele alındıklarında çok önemli bilinmezleri açıklayan bu teorilerin bir araya getirilemediğini ve bir arada daha büyük bilinmezlerin çözümünde kullanılamadığını ifade ederken kendi kendine sorduğu ilginç soruları; "bir yaratıcı var ise..." ya da "bir yaratıcı olmalı ki..." vb. açıklamalarının ilginçliğini paylaşmak istiyorum.
SilStephan Hawking'in "Zamanın Kısa Tarihi kitabını ilginç bulanlar için " Yıldızlararası - Interstellar " filmini izlemelerini öneriyorum...
Silhttps://bucerceve.blogspot.com/2014/12/yldzlararas-interstellar.html
SilBenzer şekilde inançlar konusunda derin çalışmalar yapan bilim adamlarının da Tolstoy gibi cevap arayanlara ikna edici cevaplar verebildiklerini görüyoruz.
YanıtlaSilBu anlamda da başvurulabilecek bir kitap isimi paylaşmak gerekirse:
Sil21. Yüzyılda Dinin Geleceği Kutsalın Dönüşü & Prof. Dr. Ali Köse
https://enyiyiarkadaskitap.blogspot.com/2021/11/21-yuzylda-kutsaln-donusu.html
Sokrates referans gösterilerek anlatılan felsefi bakış açısı da çok ilginç.... "hayat boş" diye özetlenebilecek uzun bir felsefi anlatım...
YanıtlaSilHz. Süleyman ve Buda'dan yapılan alıntılar da ilginç...
SilTolstoy, dünyadaki varlığının anlamını ne olduğunu anlamak konusunda çok çaba sarfetti ... yaşamı anlamsız bulup "intihar" seçeneğini bile düşündü... sonuçta her şeyin akıl ile çözülemeyeceği, insan aklının sınırlarını aşan kavramlara teslim olmak gerektiği anlayışını "inanmak" olarak isimlendirdiği bir çözümü benimsedi...
YanıtlaSilİnanmanın sınırları içinde yine de kendisine ters gelen ayrıntılar tarifini net olarak kendisinin de yapamadığı bocalama haline engel olmamıştı....
Silİtirafların son sayfasına gelindiğinde sonuçta hangi aşamada olduğunu açıkçça itiraf etti mi? sorusuna açık ve net cevap vermek güç.
Sil