31 Aralık 2018 Pazartesi

Hayat *


-... .. Kuantum fiziği bu metin boyunca zaman zaman, doğrudan ya da dolaylı olarak etkisini sürdüreceğinden, aşina olmayan okuyucum için biraz didaktik* de olsa kendimce bir giriş yapmay uygun gördüm. Atom-altı dünya, bize evrenin doğasını ve gizemini anlatabilecek tek alan olduğu için oradan başlayacağım.
-Modern fiziğe göre, atom-altı düzeyde madde belirli yerlerde kesin bir biçimde varolmaz., “varolma eğilimi” gösterir. Keza, atomik olaylar da belirli zamanlarda ve belirli şekillerde kesin bir biçimde oluşmaz, “oluşma eğilimi” gösterirler. Dolayısıyla, atom-altı parçacıkların kendi başlarına hiçbir anlamı yoktur. Ancak, gözlemlenebilir nitelikteki süreçlerle olan bağlantıları içinde anlaşılabilirler. Niels Bohr’un sözleriyle, “İzole edilmiş madde parçacıkları sadece soyutlamalardır. Özellikleri, ancak diğer sistemlerle olan etkileşimleri içinde tanımlanabilir ve gözlemlenebilir.” Bu nedenle, atom-altı parçacıklar”şeyler” değil, şeyler arasındaki bağlantılardır ve bu böyle süürüp gider. Kuantum mekaniğinde gözlemler hiçbir zaman “şeyler”le sonuçlanmaz, sürekli bağlantılar ağıyla karşılaşıp durursunuz. İşte bu nedenledir ki çağdaş fizik bize evrenin tek bir bütün olduğunu anlatır. Bu durum, bir bakıma, Sokrat öncesi bir Antik Yunan kavramı olan  “varlığın birliği” fikrini çağdaş bir yolla destekler ve bu yer ve zaman belirsizliği, olaylar arasında neden-sonuç ilişkileri oluşturmayı anlamsız kılar. John Stuart Bell’in de ifade ettiği giibi “Yerel nedenler diye bir şey yoktur.” Onların bize yerel görünmesinin temelinde, bütünün  bir parçasını onun tümü olarak algılama yanılgısı yatar ve bu yanılgı aslında birazdan tartışmaya açmak istediğim şartlandırılmalarımızın ürünüdür. James Gleick’in ifade ettiği gibi , “Kaos’un çağdaş düzeyde ele alınarak incelenmesine 1960’lı yıllarda başlandığında.... Girdilerdeki küçük küçük farklar çıktıklarında yerlerini hızla, akıl almayacak büyüklükteki farklara bırakabildiği görülmüştü... Mesela, hava söz konusu olduğunda, bu olgu, yarı şaka yarı ciddi Kelebek Etkisi – bugün Beijing’de kanatlarını çırpan bir

11 Aralık 2018 Salı

Harry Potter ve Ölüm Yadigârları *

-... ..
-“Umarım,” dedi Harry, “çünkü ben on yedi yaşımda olduğumda hepsi – Ölüm Yiyen’ler Ruh Emiciler , hatta belki Inferius’lar, yani Karanlık büyücü tarafından beslenen ölüler – sizi bulabilecekler, o zaman da  size saldıracakları kesin. Ve geçen sefer büyücülerden  kaçmaya çalışmanızı hatırlasanız, herhalde yardıma ihtiyacınız olduğunu kabul edersiniz.”
-Kısa bir sessizlik oldu, Hagrid’in ahşap bir kapıyı parçalayışının  anısı aradan geçen yıllardan sonra odada yankılanıyordu sanki. Petunia Teyza, Vernon Enişte’ye bakıyordu, Dudley ise gözlerini Harry’e
dikmişti. Sonunda Vernon Enişte birdendbire konuşmaya başladı, “Peki ya işim? Peki ya Dudley’in okulu? Herhalde bu tür şeylerin bir grup serseri büyücü için önemi yok – “
-Anlamıyor musun?” diye bağırdı Harry. “Size de annemle bana yaptıkları gibi işkence edecekler, sizi de öldürecekler!”
-“Baba,” dedi Dudley yüksek sesle, “Baba, ben bu Yoldaşlık insanlarıyla gidiyorum.”
-Dudley,” dedi Harry, “hayatında ilk kez mantıklı konuşuyorsun.
-Savaşı kazandığını biliyordu. Dudley Yoldaşlık’ın yardımını kabul edecek kadar korktuysa, annesiyle babası da ona eşlik edecekti: Didoşçuk’larından ayrılmaları gibi bir durum söz konusu bile olamazdı. Harry şömine rafındaki portatif saate baktı.
-“Aşağı yukarı beş dakika içinde burada olurlar,” dedi ve Dursley’lerin hiçbiri cevap vermeyince, odadan çıktı.
Teyzesinden, eniştesinden ve kuzeninden – muhtemelen sonsuza dek – ayrılma fikri, düşününce ona epey neşe veren bir fikirdi ama yine de ortada belli bir tuhaflık hissi olduğu da kesindi. On altı yıllık kesin bir antipatinin ardından birbirinize ne diyebilirdiniz ki?

5 Aralık 2018 Çarşamba

Harry Potter ve Melez Prens *


-... ..Harry altın sıvıyla doluminik şişeyi iç cebine yerleştirdi, Slytherin’lerin suratlarındaki öfkeden  köpürmüş ifade karşısındaki sevinciile, Hermione’nin hayal kırıklığına uğramışifadesi karşısndaki suçluluk duygusu garip bir şrkilde birbirine karışmıştı. Ron sadece afallamış görünüyordu.
-Mahzenden çıkarlarken Harry’e-Filch sandığı, “Nasıl yaptın bunu?”   diye fısıldadı.
-“Herhlde şansım yardım etti,” dedi Harry, çünkü Malfoy onları duyacak mesafedeydi.
-Ama onun işitme mesafesinden çıkıp Gryffindor masasına yerleştiklerinde , işin aslını onlara anlatacak kadar güvende hissetti kendini. Hermione’nin yüzü onun ağzından çıkacak her sözcükle daha da taşlaşmış bir hal aldı.
-“Sanırım kopya çektiğimi düşünüyorsun, öyle mi?” diye bitirdi sözünü. Hermione’nin ifadesi onu kızdırmıştı.
-“Eh, tam olarak senin çalışman sayılmaz, değil mi?” dedi kız, kaskatı.
-Ron, “Sadece bizim izlediğimizden farklı talimatları izlemiş,”dedi. “Bir felakette olabilirdi, değil mi? Ama bir risk aldı ve karşılığını gördü.” İçini çekti. “Slughorn o kitabı bana verebilirdi, ama hayır, ben içine hiçbir şey yazılmamış olan kitabı alıyorum. Üzerine kusulmuş kitabı, elli ikinci sayfasının haline bakılırsa, ama-“
-“Durun bir dakika,”
Dedi, harry’nin sol kulağının yaınında bir ses ve Slughorn’un mahzeninde burnuna gelen çiçeğimsi kokunun esintisi birden burnuna çarptı. Dönüp bakınca Ginny’nin yanlarına geldiğini gördü. “Doğru mu duydum? Birinin bir kitaba yazdığı şeylerdem emir mi alıyorsuni Harry?
-Şaşırmış ve kızgın görünüyordu. Harry onun aklında ne olduğunu ânında anladı.
-Sesini alçaltarak “Önemli bir şey değil,” dedi, onu rahatlatmak istercesine. “Yani, Riddle’ın güncesi gibi

3 Aralık 2018 Pazartesi

Casus Avcısı *

-... ..Benim kulübeye döndüğümüzde, öğrendiklerimizibizim takıma anlattım.
“Durum şöyle,” dedim. , “Bay Swan gerçekten sinirli, çünkü bölgede bir casus var.”
-Hepsi çok şaşırdı. Kentimizde bir casus! Tam bir şoktu bu.
“Casus nediğ Damian?”
-“Casuslar başkalarının fikirlerini çalarlar,” diyerek açıklama yaptım. “Büyük iştir bu. Çok büyük paralar kazanırlar. Çaldıkları fikirleri şirketlere satarlar. Buna sanayi Casusluğu denir.”
-Suçluların dünyası hakında bu kadar bilgili olmamdan çok etkili oldukları belliydi.
-“Yani biğisi Bay Swan’ı mı gözetliyoğ sence?”
-“Evet Lavender. Casusun biri Bay Swan’ı gözetliyor.”
-Hepimiz bunun haksızlık olduğunu düşündük. Bu durumda Bay Swan ‘ın çaresizlikten deliye dönmesi, aniden sinir krizleri geçirmesi normaldi. Ama ben casusu bulmak için bir plan yapmıştım. Casusu bir yakalayayım, o zaman Bay Swan yine o cana yakın yaşlı adam olacak, Lavender’in de yüzü gülecekti.
-Dedektiflik kariyerimin ilk dönemlerinde şunu fark etmiştim: Bazı insan tiplari vardı ki, bunların dolandırıcı olduğu belliydi.
-Belirtiler şunlar:
1 Numaralı Suçlu Tipi: Birbirine yakın gözlü insanlar.
2 Numaralı Suçlu Tipi: sakallı insanlar (Özellikle kara sakal; çoğunlukla erkeklerde olur.)
-Planım, Water Sokağı’nda bir aşağı bir yukarı dolaşarak (elbette kılık değiştirmiş olarak) bu tipleri aramaktı. Böylece, casusun Bay Swan’ın bahçesine girip kulübeden içeri dalmasını önleyebilirdim. Onu durdurmak için  orada olacaktım. 
-Tek sorun, annemin başka bir planı olmasıydı. Annem, önemli bir toplantının yiyecek içecek işini

2 Aralık 2018 Pazar

Saçaklı Kızı’ın Pasaklı Günlüğü*

Rüzgârda dans eden dolgun saçlara mı sahip olmak istiyorsun? Peki sırma saçlı, ayakkabısını bile başkalarının giydirdiği prenses masallarını mı seviyorsun? O zaman Bu PRENSES gibi değil, PASAKLI (birazcık), kendi işini kendi yapan, KIZLAR DÜNYASININ KURALLARINI BAŞTAN YAZAN, pembeden nefret eden, ama hayvanlar için gözünü kırpmadan kendini son hızla gelen bir topun önüne atabilecek kadar CESUR BİR KIZIN günlüğü! Ancak “ÖZEL GÜNLÜK OKUNAMAZ!” kuralını biliyorsun değil mi! Bu günlük ne kadar güzel olursa olsun sakın, bu günlüğü OKUMA!: 

Saçaklı Kızın Pasaklı Günlüğü’nde Büş; kendi gibi olmanın, insanları olduğu gibi kabullenmenin, arkadaşlığın, cesaretin ve sevginin hikâyesini günlüğünde anlatıyor. İlk bakışta çılgın, zıpır, deli dolu haşarılıklardan ibaret gibi görünse de gerçek bir sevgi ve hoşgörü hikâyesi Büş’ün günlüğü.





Kral Şakir – Tek Kişilik Dev Orkestra *

 

Selam arkadaşlar, ben Şakir. 
Hepinizin bildiği şekilde nam-ı diğer Kral Şakir. Dışarıdan bakıldığında normal bir aile gibi görünsek de bizim evde her gün ayrı bir olay yaşanır. Aslan babam Remzi,

19 Kasım 2018 Pazartesi

Halka Çörek Zinciri *


-İngiliz yazar Alexander McCall Smith’in çocuklar için yazdığı dört kitaplık bu eğlenceli dizi, ilköğretme yeni başlayanlara okumayı sevdirecek nitelikte. “Bir lokmada” okunacak dördüncü ve son  kitap, dayanışma hakkında “leziz” bir mektup zincirini izleme davet ediyor bizi.
-... ..Okuldaki hademenin  arabası çalınınca çocuklar ona yeni bir araba almak için halka çörek yapıp satmaya karar verirler.Çörekler o kadar sevilir ki, çocuklar daha fazlasını satabilmek için bir mektup zinciri kurup yardım isterler. Ancak, çok sayıda kişi çörek göndermeye başlayınca işler karışır. Postayı durdurmak olanaksızdır artık.
Halka Çörek Tufanı
-... .. Halka çörekler Aleks’in büyük kuzenindendi ve kutuyu kendisi eliyle getirip bırakmıştı. Kutunun üstünde bir not vardı. Şöyle diyordu:
Sevgili Aleks,
Halka çörek satışında sana yardım edebildiğim için çok mutluyum. Bu kutuda kendi pişirdiğim halka çörekler var. Sana mutlaka yardım edecek iki arkadaşıma daha mektup yazdım. İyi şanslar.
-Aleks çok sevindi. Bu halka çörekler buzdolabına konabilir ve gelecek Cumartesi günü satılmak üzere saklanabilirdi. Böylece –annesiyle birlikte pişirecekleri bir fırın çörek de düşünülürse- ellerinde, o hafta için yeteri sayıda halka çörek olacaktı
-Aleks, kutudan çıkan halka çörekleri, annesinin yardımıyla dolaba kaldırırken, küçücük bir kırıntıyı tatmak için aldı. Nefisti.
-Öğeden sonra kapı vuruldu. Aleks kaıpıyı açınca karşısında, elinde bir kutuyla dikilen kuryeyi buldu.
-Adam, “Adınız Aleks Harison mu?” sordu resmi bir sesle.
-Aleks, gözü kutuda ,”Evet,” dedi. Kutunun içindekini tahmin edebiliyordu.

26 Ekim 2018 Cuma

Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı *

-... .
-... ..”Neredeyiz?” diye sordu Harry, ama Lupin sessizce “Birazdan,” dedi.
-Moody pelerinininiçinde bir şeyler arıyordu, yamru yumru elleri soğuktan beceriksizleşmişti.
-“Buldum,” diye mırıldandı, gümüş bir çakmağa benzeyen bir şeyi havaya kaldırıp çakarak.
-En yakındaki sokak lambası püf diye söndü. Elindeki “çakmamağı” yeniden çaktı; bir sonrakilamba da söndü; meydandaki bütün lambalar karanlığa gömülüne ve geriye sadece perde örtülü pencerelerden ve yukarıdaki hilalden gelen ışık kalana dek devam etti.
-“Dumbledore’dan ödünç aldım,” diye homurdandı Moody, Püfür’ü cebine koyarak. “Pencereden bakan Muggle’ları hallettik böylece, ha? Hadi bakalım, çabuk ol.”
-Harry’yi kolundan tutup çimenlikten yola, oradan da kaldırıma götürdü; Lupin ve Tonks, aralarında Harry’nin sandığıyla arkalarından geliyor, koruma ekibinin geri kalanı da asalarını çıkarmış yanlarından yüryordu.
-En yakın ev üst penceresinden, bir müzik setinin boğuk sesi geliyordu. Kırık bahçe kapısının  iç tarafındaki ağzına kadar dolu çöp torbaları yığınından, çüürümüş çöpün keskin kokusu yükseliyordu.
-“Al bakalım,” diye mırıldandı Moody, Harry’nin Hayalbozanlı eline doğru bir parşömen parçası uzatıp, üzerinde yazanları okuyabilsin diye ışıklı asasını yakında tutarak. “Hemencecik oku ve ezberle.”
-Harry kağıda baktı. Bitişik el yazısı bir yerden tanıdık geliyordu. Şöyle diyordu:
-Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nın Karargâhı’na, Londra, Grimmauld Meydanı, on iki numaradan ulaşılabilir.
-... ..
Zümrüdüanka Yoldaşlığı
-“Neyinle -?

19 Eylül 2018 Çarşamba

Harry Potter ve Ateş Kadehi *



-... ..
-... ..... .. Dumblodore boğazını temizledi.
-“Az önce söylediğim gibi.” Hepsi hâlâ Deli-Göz Moody’ye bakmakta olan  öğrenci kalabalığına gülümseyerek, “önümüzdeki aylarda hayli heyecanlı  bir etkinliğe ev sahipliği yapma onuruna erişeceğiz. Bu, yüz yılı aşkın süredir  düzenlenmemiş bir etkinlik. Üçbüyücü Turnuvası’nın bu yıl Hogwards’ta gerçekleşeceğini açıklamaktan kıvanç duyuyorum.”
-“ŞAKA  ediyorsunuz!” dedi Fred Weasley yüksek sesle.
-Moody’nin gelişinden beri Salon’u kaplayan gerginlik bir anda çözüldü.
-Hemen hemen herkes kahkahalarla güldü, Dumblodore da keyifli keyifli kıkırdadı..
-“Şaka etmiyorum, MrWeasley,” dedi. “Ama şimdi siz söylediniz de aklıma geldi, yazın çok güzel bir fıkra duymuştum. Bir ifrir, bir cadaloz ve bir ayakkabı cini bara gidiyorlar...”
-Profesör McGonagall yüksek sesle boğazını temizledi.
-“Şey ­­– belki de sırası değil..... hayır... ...” dedi Dumbledore. “Nerede kalmıştım? Ha evet, Üçüncü büyücü Turnuvası....” dedi.Kimileriniz bu Turnuva’nın nasıl bir şey olduğunu bilmiyordur. Bu yüzden umarım bilenler kısa bir açıklama yapmamı mazur görürler. Bu arada başka şeylerle ilgilenebilirler. ... ..
-... ..
-Dumbledore,, Mr Bagman ve Mr Crouch, Üçbüyücü Turnuvası’nın düzenlenmesi için son bir kaç ay boyunca yorulmak bilmeden çalıştılar,” diye devam etti. “Ve şampiyonlara verecek olan jurideben, Profesör Karkaroff ve Madam Maxime’le birlikte yer alacaklar.
“Şampiyonlar” kelimesinin telaffuz edilmesi üzerine, dinleyen öğrenciler de büsbütün dikkat kesildiler.

Harry Potter ve Azkaban Tutsağı *


-... ..
-Salon, bir ucu siyah büyücü şapkaları denizinden farksızdı. Uzun bina masalarının hepsine, orta masaların üstünde uçuşan binlerce mum ışığında yüzleri parlayan öğrenciler dizilmişti. Bir tutam beyaz saçlı, minicik bir büyücü olan Profesör Flitwick eski bir şapkayla üç bacaklı bir tabureyi Salon’un dışına taşıyordu.
-Hermione yavaşça, “Ah,” dedi, “Seçme;yi kaçıdık.”
-Howard’sın yeni öğrencileri binlarına Seçmen Sapkayı başlarına takarak seçilirdi, şapkaonların en uygun bulduğu binayı (Gryffindor, Ravenclaw, Hufflepuff ya da Slytrin) bağıraral duyururdu.Profesör McGonagall uzun adımlarla öğretmenler masasındaki iskemlesine doğru yürüdü. Harry ile Hermione ise olabildiğince sessiz adımlarlaters yöne, Gryffindor masasına gittiler. Salon’un arkasından geçerlerken insanlar dönüp onlara baktı, birkaç tanesi de parmağıyla Harry’yi gösterdi. Yoksa Ruh Emici’nin önünde yığılmasının hikâyesi bu kadar çabuk mu duyulmuştu.
-Harry ve Hermione, onlara yer ayırmış olan Ron’un iki yanına oturdular.
-Ron
 “Neymiş mesele?” diye mırıldandı Harry’ye.
-Harry fısıldayarak açıklamaya koyuldu ama, tam o ssırada Müdür ayağa kalkıp konuşmaya bailayınca, lafını yarıda kest.
-Profesör Dumbledor çok yaşlı olmasına rağmen insanda hep büyük enerjiye sahipmiş izlenimi uyandırırdı. Çok uzun gümüşi renkte saçları ve sakalı, dar çerçeveli gözlüğü ve son derece kemerli bir burnu vardı. Genellikle çağının en büyük büyücüsü olarak tanımlanırdı, ama Harry’nin ona saygı duymasının nedeni bu değildi Albus Dumblodore’a güvenmeden edemezdiniz ve Harry onun

12 Eylül 2018 Çarşamba

Harry Potter ve Sırlar Odası *


-... ..
Sırlar Odası Açıldı. Varisin Düşmanları, Kendinizi Kollayın
-“O da ne öyle – altında asılı olan ne? Dedi Ron, sesi titreyerek. Daha yakına gelirken Harry az daha kayıp düşüyordu. Yerde koca bir su gölcüğü vardı. Ron ve Hermione onu tuttu doğru yavaş yavaş ilerlediler. Gözleri, mesajın altındaki kara bir gölgeye dikilmişti. Üçü birden ne olduğunu  aynı anda fark etti ve üçü birden bir şapırtıyla geriye sıçradı.
-Hademenin kedisi Mrs Norris, meşale halkasına kuyruğğundan  asılmıştı. Tahta gibi sertti, gözleri faltaşı gibi açılmış bakıyordu.
Birkaç saniye kıpırdamadılar. Sonra Ron, “Gidelim burdan,”  dedi.
-Harry, sıkıntıyla, “Yardım etmeye çalışmamız gerekmez mi?” diye sordu.
-“İnan bana,” dedi Ron. Bizi burada bulmalarını istemeyiz.”
-Ama çok geç kalmışlardı. Uzaklardan gelen ve gök gürültüsünü andıran bir uğultu, onlara şölenin sona erdiğini anlattı. İki tarafından merdivenleri çıkan yüzlerce ayağın sesi ile, doymuş insanların keyifli konuşmaları geliyordu. Bir an sonra ise öğrenciler her iki yanından geçide dalmışlardı.
-Bütün o gevezelik, koşuşturma, gürültü, öndekiler asılı kediyi görünce bir anda kesildi. Harry, Ron ve Hermione koridorun ortasında tek başlarına kala kalmışlardı, susan öğrenciler tüyler ürpertici manzarayı görmek için  öndekileri itiyorlardı.
-Derken birisi sessizliğin ortasında haykırdı.
-“Varisin düşmanları, kendinizi kollayın! Sıra sizde, Bulanık’lar!
-Draco Malfoy’du. İte kaka kalabalığın önüne geçmişti. Asılı, hareketsiz kedi manzarası karşısında sırıtırken soğuk gözleri canlanmış, genelde kansız olan yüzü kızarmıştı.

Harry Potter ve Felsefe Taşı *


-... .. İkinci bir kapının önündeydiler şimdi, bu kapı gümüştendi, üstünde şunlar yazılıydı:
Gir bakalım, yabancı, ama dikkat et, sakın
Kendini koyverip de hırsa kapılmayasın,
Alın teri dökmeden köşe dönme hevesi
Canına okur sonra, bak bizden söylemesi,
Senin olmayan bir şey yürüteceksen unut
Aklını başına al, sonra da kendini tut,
Hırsızlığa kalkarsan, bir daha düşün yine,
Başka şeyler bulursun çil altınlar yerine
... ..
-... .. “Bu gerçek bir büyü mü sence?” dedi kız. “Pek işe yaramadı, öyle değil mi?Ben, alıştırma olsun diye, birkaç basit büyüdenedim, hepsinden de son uç aldım. Ailemde kimsenin büyüyle ilgisi yok, bana mektup geldiğinde hepimiz şeşırdık, ama çok sevindim, ne de olsa en iyi büyücülük okulu bu, öyle diyorlar. –ders kitaplarını şimdidenezberledim, sanırım bu kadarı yeterli –sah, benim adım Hermione Granger, siz kimsiniz?”
-Bütün bunları hızlı hızlı söylemişti.
-Harry Ron’a baktı, onun da ders kitaplarını ezberlemediği şaşkın yüzünden belliydi, bunu görmek Harry’yi rahatlattı.
-“Ben Ron Weasley,” diye mırıldandı Ron.
-“Harry Potter,” dedi Harry.
-“Sahi mi?” dedi Hermione. “Senin hakkında her şeyi biliyorum tabii-birkaç tane de yardımcı kitap

1 Temmuz 2018 Pazar

Kuyucaklı Yusuf *

-“1930 senesi sonbaharında ve yağmurlu bir gecede, Aydın’ın Nazilli kazâsına yakın Kuyucak köyünü eşkiyalar bastılar ve bir karı kocayı öldürdüler”. Anlatımın yalınlığı ve katılığı, roman dünyasının olaylarının nasıl bir acımasızlık içereceğini sezinletir. Farklı iktidar ilişkileriyle yüz yüze gelecektir okur. Bu coğrafyada insanal ilişkiler, ister istemez, egemen  toplumsal kesimlerin , yani eşraf ve mütegallibenin ekonomik gücünden olduğu kadar bu güç sayesinde edinilmiş bireysel gücün baskıcı uygulamalarından da etkilenir. İyi ile kötü arasındaki savaş, bütün bireysel ve rastlantısal görünümlerine rağmen, son derece kertede, bu iktidar ve sınıf ilişkileri çerçevesinde meydana gelir. Söylemek gerekir: Arabesk şarkının sözlerinde olduğu gibi, “doğarken ölmüştür” Kuyucaklı. Dokuz yaşındayken anası babası eşkiya tarafından öldürülmüş, Kaymakam Selâhattin Bey tarafından evlatlık edinilmiştir. ......
... ...
Selâhattin Bey yerinden kalktı. Kübra’nın çenesinden tutarak başını yukarı kaldırdı.Gözlerinin içine baktı:
-“Az şeyler çekmemişsin sen, küçük!” dedi, “fakat her şeye geçer. Her şey unutulur. Kendini bir felaketin içinde kaybetmenin manası yoktur. İnsan birazcık da kalender olmalıdır!”
-Bu sözleri Kübra’nın anlamayacağını düşünerek devam etmedi. Fakat Kübra verdiği cevapla, kelimeleri değilse bile söylenilen sözün ruhunu kavradığını gösterdi, dedi ki:

-“Hiç geçmeyen, hiç unutulmayan şeyler de var, beyefendi! Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler de var, beyefendi! Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler de var...”
-Kaymakam, şimdi yalnız Muazzez meselesi için değil, doğrudan doğruya bu kızın macerasını merak ettiği için sabırsızlıkla sordu.
-“Fakat kızım, bana her derdinizi niçin açıkça söylemiyorsunuz? Size karşı bir fenalık yapıldı ise, onu

21 Nisan 2018 Cumartesi

Babil’den Dragomanlara *


-Ve Rab dedi: İşte bir kavimdirler ve onların hepsinin bir dili var... ve şimdi yapmaya niyet ettiklerinden hiçbir şey onlara men edilmeyecektir. Gelin inelim ve birbirinin  dilini anlamasınlar diye onların dilini orada karıştıralım. (*Tekvin 11:6-7)
* Tekvin veya Yaratılış, Tanah ve Eski Ahit'in ilk beş kitabını oluşturan Tevrat'ın birinci kitabı. Toplam 50 bölümden oluşur. Kitabın adı Batı dillerine adı Yunancada "yaratılış, doğuş" anlamındaki Genesis kelimesinden geçmiştir.
-... ..
-Tekvin’deki bu meşhur pasaj, eski dünyanın  antik medeniyetlerinin yaşadığı öbür iki bölgeyle karşılaştırıldığında Ortadoğu bölgesinde göze çarpan ayrıksı bir özelliğin kabulünü ifade ediyor. Çin’in esasen bir tek klasik dili, bir tek yazısı, bir tek medeniyeti olmuştur; kadimHindistan’da da ufak tefek farklılıklarla benzer bir durum söz konusudur. Fakat Ortadoğu’da birbiriylr alakasız birçok medeniyet, birçok farklı dil oluşmuş, bu da öteden beri bir iletişim sorunu yatarmıştır. Bu sorun Yeni Ahit zamanlarında da henüz çözüme ulaştırılamamış olacak ki, orada da Babil Kulesi’ninyarattığı, gerektiğinde Hıristiyanların deyişiyle “diller mucizesi” denilerek çözülüveren duruma yapılan atıflarla karşılaşırız. Bir pasaj daha aktarayım: “Ve nasıl biz kendi anadilimizi işitiyoruz? Biz Partlar, Medler, Elamlılar ve Mezopotamya’da ,Yahudiye’de, Kapodokya’da, Pontus’ta vs. Oturanlar... kendi dillerimizde Allah’ın büyük işlerini işitiyoruz.” (Resullerin İşleri 2:8-11) Bir tane daha: “Şualametler iman edenlerle birlikte gidecektir: benim ismimle cinler cıkaracaklar, yeni delillerle söyleyecekler...”(Markos 16:17) Bir tane daha: “Eğer bilinmeyen bir dille söyleyen bir kimse olursa, iki ya da en çok kişi olsun ve sıra ile olsun ve biri tercüme etsin.” (I. Korintoslulara 14:27)
-Açıkça görülüyor ki o tarihlere gelindiğinde  tercümanın görevi ve işlevi gayet iyi anlaşılmıştı.
-Tercüman, yani bir dilden diğerine tercüme yapan kişi, farklı diller konuşan farklı insanlar arasında

14 Nisan 2018 Cumartesi

Akra’da Bulunan Elyazması *


-1945 yılının Aralık ayında kendilerine dinlenecek yer arayan iki kardeş, Yukarı Mısır’da, Hamra Dom bölgesindeki bir mağarada papirüslerle dolu bir testi bulurlar. Kanun gereğince yetkilileri uyarmak yerine papirüsleri birer birer antika pazarında satmaya karar verirler, böylece hükümetin dikkatini çekmeyeceklerdir. Anneleriyse “kötü güçler”den korkarak yeni keşfedilen papirüslerin bir kısmını yakar.
-Ertesi sene, tarihe geçmeyen sebeplerle, kardeşlerin arası açılır. Durumu malum “kötü güçler”e yoran anneleri elyazmalarını bir papaza verir, papaz da aralarından birini Kahire’deki Kıpti Müzesi’ne satar. Burada papirüsler bugüne kadar sahip oldukları ismi alırlar: Nec Hemmadi Elyazmaları (bulundukları mağaranınen yakınındaki kasabaya atfen). Müzenin uzmanlarından, dindar bir tarihçi olan Jean Doresse,  keşfin önemini anlar ve 1948’de yayımladığı bir makalede el yazmalarından ilk kez bahseder.
-Diğer elyazmaları da birer birer karaborsaya düşer. Mısır hükümeti çok geçmeden bu keşfin önemini idrak eder ve elyazmalarının ülkeden dışarı çıkmalarını engellemeye çalışır. Mısır’da 1952’de yapılan darbeden kısa bir süre sonra elyazmalarının büyük Kahire’deki Kıpti Müzesi’ne teslim edilir ve ulusal miras ilan edilir. Aradan sıyrılan tek bir metin, Belçika’daki bir antikacıda ortaya çıkar. New York’ta ve Paris’te defalarcastılmaya çalışılır ve sonunda 1951’de Carl Jung Enstitüsü tarafından satın alınır. Ünlü psikanalistin ölümüyle birlikte, artık “Junk Kodeksi” diye anılan el yazması  Kahire’ye geri getirilir.  Bine yakın sayfadan oluşan Nec Hemmadi Elyazmaları bugün Kahişre’de bir arada bulunmaktadır.
-Bulunan papirüsler Hıristiyanlığın ilk yüzyılı ile MS 180 arasında yazılmış metinlerin Yunanca çevirileridir ve günümüzdeki İncil’de bulunmadıkları için “apokrif metinler” diye anılan metni meydana getirirler.
-Peki neden böyle olmuştur?
-MS 170 yılında bir grup piskopos, ‘Yeni Ahit’i oluşturacak metinleri seçmek amacıyla bir araya gelir. Ölçütleri basittir. Dönemin sapkınlıkları ve mezhepsel ayrılıklıklarıyla mücadele etmeye yarayacak her şey

13 Nisan 2018 Cuma

Bitmeyen Savaş / Halil Paşa *

-... .. Karargâhın etrafında şöyle bir dolaştım, askerlerim savaşın yorgunluğunu çıkarıyorlardı. Gözlerinde gurur ve yeni savaşlara hazırlığın ışıkları parlıyordu...
-Kut, 29 Nisan 1916’da düşmüştü. Orduma şu emri neşrettim:
“Karargâh
16.2.32 (1916)
18. Kolordu Kumandanlığı’na
Arslanlar,
1) Bugün Türklere şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları neşeli ve sevinçli bir şekilde uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ederim.
2) Bize 200 senedenberi tarihimizde okunmayan bir vakayı kaydettiren Cenabı Allah’a hamd ve şükür eylerim.  Allah’ın azametine bakınız ki 1.500 senelik İngiliz Devleti’nin tarihine bu vakayı ilk defa yazdıran Türk süngüsü oldu. İki seneden beri devam eden Birinci Dünya Savaşı’nda böyle parlak bir vaka gösteremedi
3) Ordum gerek Kut karşısında  gerekse Kut’u kurtarmaya gelen İngilizler karşısında 350 subay ve 10.000 neferini kaybetmiştir. Fakat buna mukabil bugün Kut’tan 5’, general olmak üzere 481 subayla ve 13.300 er neferlik İngiliz ordusunu teslim alıyoruz. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz ordusuna da 30.000 zayiat verdirdik.
4) Şu iki yekuna sathi bir nazar atfedince cihanı hayretlere düşürecek büyük bir fark görülecek ve tarih bu vakayı yazacak kelime bulmakta müşkülaa uğrayacaktır.
5) İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale’de, ikinci vakayı burada görüyoruz.
6) Yalnız süngü ve göğsümüzle kazandığımız bu zafer tekemmül eylemekte bulunan vasait-i harbiyemiz

6 Nisan 2018 Cuma

Son Büyük Kuşatma 1453 *

-... ..  Modern ulusalcılık Konstantinopolis kuşatmasınıYunanlılar ve Türkler arasında bir mücadele olarak yorumlamıştır, ama bu tür basitleştirmeler yanıltııcıdır. Her iki taraf da ve her ne kadar diğeri için kullansa da o zamanlar bu etiketleri henüz kabul etmemiş, hatta kavramamıştı. Osmanlılar kendilerini ya Osman’ın boyundan gelen anlamındaki adlarıyla, ya da sadece Müslüman olarak anıyordu. ‘Türk ise, Batı’nın ulus devletleri tarafından kullanılan oldukça aşağılayıcı bir deyişti ve ‘Türkiye’ adı 1923 yılında yeni Cumhuriyet kurulurken Avrupa’dan emanet alınana dek bilinmeyecekti. Osmanlı İmparatorluğu 1453 yılında hâlâ fethettiği yerlerdeki insanları pek az etnik kaygısı gözeterek  içine emen, çokkültürlü bir yapıydı. Vuurucu birlikleri Slav, önde gelen generali Grek, amirali Bulgar kökenliydi; sultanın annesi kimi kaynaklara göre Sırp, ya da Makedon idi. Dahası binlerce hıristiyan askeri Ortaçağ vasallığının karmaşık yapısı uyarınca Edirne’den  Konstantinopolis’e uzanan yolda Sultan’a eşlik ediyordu. Konstantinopolis’in Gerkçe konuşan sakinleri, yani ilk kez büyük kuşatmadan 400 yıl sonra , 1853’te İngilizcede kullanılan  deyişle Bizanslıları fethetmeye geliyorlardı. Bizanslılar Roma İmparatorluğu’nun mirasçısı gibi görülüyordu ve onlar da kendilerinden Romalı olarak söz ediyordu, ama yarım kan Sırp, çeyrak kan İtalyan bir imparatorluğun hükümranlığı altındaydılar ve savunmalarının büyük bölümü ‘Franklar’ olarak adlandırdıkları Batı Avrupalılar tarafından üstlenilmişti. Bunlar Venedikliler, Cenevizliler ve Katalanlardan oluşuyordu; ayrıca kimi etnik  Türklerin, Giritlilerin ve bir de İskoç’un yardımını almışlardı. Kuşatmaya taraf olanlara basit anlamda kimlik, ya da sadakat tanımı vermek zor olsa da, mücadelenin unutulmayacak bir boyutu vardı: İnanç. Müslümanlar düşmanlarını ‘rezil gâvurlar’, ‘zavallı inançsızlar’, ‘İman’ın düşmanları’ olarak anıyor, karşılığında ‘paganlar’, ‘cehennemlik kâfirler’, ‘inançsız Türkler’ olarak anılıyorlardı. Konstantinopolis İslamiyet ile Hıristiyanlık arasında gerçek iman için verilen uzun vadeli savaşın bir cephesiydi. Rekabet halindeki inanışların 800 yıl boyunca savaşta ve ateşkeste birbiriyle

Babil'in Tarihi ve Babil'de Yaşam*

-... ..   İncil ve Josephus bize Heredot’un ve yazıtlarının anlatmadığı bu kralların yaşamlarıyla ilgili bir olaydan bahseder. Buna göre kral Belshazzar lordlarının binlercesi için büyük bir ziyafat verir ve hepsinin önündee şarap içer. Şarabı tadarken Belzhazzar, Kudüs’teyken tapınağı ele geçiren babası (yani atası) Nebukatnezar’ın topladığı altın ve gümüş ganimetlerini getirmeleri için emir verir. Sonunda Daniel, lordun uşağı gelir ve kral için korkunç hükmü okur –Mene, Mene Tekel, Upharsin, Yani Tanrı krallığın bitmiş olduğunu söylemektedir.Burada iki dize daha okuyoruz ki buna göre, ‘o gece Belshazzar geldiğinde, Keldanilerin kralı öldürülmüştü’.
-Babilliler Koresh’in fetihlerini yıllarca duydular, ama şehirlerinin büyük duvarlarını ve dev kapılarını hatırladıklarında kendilerini güvende hissettiler. Onlar kralların  eski zaferlerini, şanlarını, geçmiş fetihlerini düşünürler; ve kalplerinde küstahça bir güven duydular. İsrail’in peygamberleri kehanetlerinde Babil’i kınamıştır; tüm uluslar onun düşüşünde sevinç çığlıkları attı ve ‘Babil düştü’ çığlığı şehirden şehre dünyanın bir ucundan diğer ucuna kadar yankılandı.
-... ..
-Bundan sonraki dönemlerde yavaş yavaş Babil tarih sahnesinden silinmeye başlamıştı; bu çok eski ve saygıdeğer olarak kabul edilen şehir sonunda Pers imparatorluğu ile Yunanlılar tarafından yavaş yavaş eziliyordu. Asırlar boyunca Babilistan birbiriyle çatışma halinde olan çok sayıda ulusun bir savaş meydanı gibiydi; toprakları üzerinde sayısız ulusların birbiri ardına yüseliş ve batışlarına tanıklık etmişti. Babil bir zamanlar lüksün ve refahın simgesiydi, ve onun çocukları zahmetsiz bir hayat sürerek sadece kendi zevk ve sefalarının derdine düşmüşlerdi. Isaiah kehanetinde orayı altın şehir olarak tanımlıyor, muhteşem hitabet yeteneğiyle onu şu sözlerle bize aktarıyor: “Senin büyük görkemin ve azametin artık yerle bir

21 Mart 2018 Çarşamba

İlluminati *

-... .. Bu organizasyonun birlikte çalıştığı gruplardan bir diğeri de en eski Yahudi örgütlerinden biri olan Aşağılanmaya Karşı Çıkma Örgütü’dür (ADL). Bu bağlantı dolayısı ile New York’un etkili mason localarından biri olan B’nai B’rith ile birlikte çalışmaktadır. Dikkate değer bir başka husus ise masonların üyelerine Yahudi mistik inanışı olan Kabala’yı öğretmeleri ve Ülluminati’nin her şeyi gören göz sembolünü tanrısallığın bir işareti olarak kabul etmeleridir. Farmasonlar, kutsal bir şehir olan Kudüs’teki Tapınak Dağı’nda (Zeytindağı), Hz. Süleyman’ın Büyük Tapınağı’nın yeniden inşa edilmesi fikrini desteklerller –bu aynı zamanda Edgar Bronfman’ın başkanı olduğu Dünya Yahudi Kongresi’nin de amacıdır. ... ..
Bizim İçin Kaos İyidir
-Modern tarih bize, İlluminati’nin ve onun emrinde çalışan ajanların, hem insanların hem de ulusların işlerine defalarca müdahale ettiklerine dair sayısız deliller sunmaktadır. Birleşmiş Milletler’le bağlantılı bir İlluminati örgütü olan Dünya İyi Niyet Teşkilatı; dünya çapındaki pek çok kriz ve kargaşanın “iyilik için” kullanılabileceğini savunmaktadır. (Yeni bir çağ ve yeni bir dünya düzeni koşullarını mümkün kılacağını ima etmektedir.
-Tüm insanlık tarihi boyunca görülebilecek en büyük kriz dönemlerinden birinde yaşamaktayız. Savaş ve barış meseleleri, zenginlik ve yoksulluk, ırklar arası politik ve endüstriyel çatışmalar her köşede karşımıza çıkmaktadır. Dinsel temeldeki bölünmeler, yaşlılar ve gençler arasındaki uyumsuzluklargünümüzün sıkıntıları arasındadır. Bütün bu çatışmaların altında yatan esas neden ise maddesel değerler ve ruhani değerler arasındaki temel çatışmalar, kendi çıkarını düşünenlerle, başkalarının sıkıntılarını paylaşanlar arasındaki çelişkilerdir. Tüm bu sıkıntılara rağmen, insanlığın yeni bir aşamaya, yeni bir çağa girdiğine dair bir kabul de mevcuttur. Bu yeniçağda ancak iyi niyet sahibi kimseler (aydınlanmış olanlar) başarılı olacaktır. İyi niyeti (aydınlanma-illuminati) esas alan sayısız

9 Mart 2018 Cuma

Abum Rabum *


-... .. Maktulü tanıyan herkes, ne izoterik inanışlarından, ne de geçmiş takıntısından bahsediyor, bilakis tam bir işkolik olduğunu söylüyordu. Ofisi paylaştıkları Yahudi asıllı meslektaşı Kitron ile birlikte gece gündüz Sümer metinleri, Akatça kitaplar, yıldız bilim, arkeoloji, tarih... Asosyal bir hayat... ..
-Amiri öfkesini örtmeye çalıştı:
-“Evet Masaaki-kun? Tokyo’da Ortadoğu kültürü ile ilgilenenve Yahudi komşulara sahip tek polis sendin, değil mi?”
-“Pesah, efendim. İsrailoğulları’nın Mısır’daki kölelik zamanlarından kurtuldukları günün yıldönümü, sekiz gün süren bir yolculuk anısına yapılan kutlamalar. Hep mayasız ürüler yerler.” ... ..
-... .. Masaaki çıkış hizasına özellikle konulduğu anlaşılan küçük not panosuna baktı. Daha doğrusu panoya iliştirilmiş bir fotoğrafa. Tanıdık bir yeri gösteriyordu. Vaktiyle turistik bir ziyaret için gittiği Türkiye’de güneşin doğuşunu seyrettiği bir dağ; Nemrut Dağı. O seyehatten sonra o dağ ve Nemrut uzunca bir süre ilgi alanında kalmış, bu konularda ne bulduysa okumuş, ... .. hafızasına kaydetmişti. Nemrut denilen dağın efsaneleri Fuji’ninkilerden gizemli, adamın hikâyeleri ise Karun’dan daha zengindi. Vaktiyle ziyaret etttiği Cleveland Sanat Müzesi’yle Kudüs Müzesi’nin duvarlarını süsleyen üç metrelik devesa rolyefini hiç unutmamıştı mesela. Süslü giysileri içinde sağ elini başı hizasında kaldırışı bile onu binlerce yıl öncesinin tanrısı yapmaya yetiyordu.
-... ..
-Selim adının hemen her özelliğini taşıyordu. Ahlaklı, dürüst, tehlikesiz ve iyi niyetliydi.  .. .. Selim olmak kalbine, aklına ve zevkine bir anlayış gibi sinmişti.Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin İslâm Felsefesi Ana Bilim Dalı’nda yüksek lisansını tamamlamış, ertesi yıl Londra’da katıldığı dil kursundan dönünce aynı fakültenin Dinler Tarihi Kürsüsü’ne asistan olmuştu. Fakültedeki altıncı yılıydı. İnatla

8 Mart 2018 Perşembe

Tarihi Hoşça Kal Lokantası *

-... .. Böyle olacağını tahmin ediyordum, o günden sonra iki yüz ellinin üzerinde kayıt aldım. Hiç kimse de “Sen kimsin, adın ne, neye göre bunları soruyorsun, göl kenarında çektiğimiz bir fotoğraf için neden ev adresimizi istiyorsun?” diye sormadı. Sormazdık. Evimizin kapısını kim o demeden açmayacak kadar da temkinli ama her “benim” diyene kapıyı açacak kadar da saf bir milletin evlatlarıydık.
-Ertesi gün, bir sonraki gün ve sonraki gün... Üç yaz, düğün sezonu boyunca geldim gölün oraya. İki kavak ağacının  arasında sandalyemde oturdum ve gelen çiftlerin mutluluğuna ortak oldum.Bir gelini, damadın sırtını kaşırken fotoğrafladım. Bir damadı, hapşırırken yakaladım; kız çok güzel güldü. O fotoğrafa ara ara bakıyorum, buruşuk bir surata bakan gülen gözler... Fotoğraflardan birinde, gelinin ayağını sıkan topuklu ayakkabıyı çıkartıp ayaklarını ovan bir genç adam görebilirsiniz. Bir diğerinde, gelinin sigarasını yakan bir damat. Bir başkasında, balık ekmek kokusuna dayanamayıp, gelinmişiz damatmışız hiç takmayan bir ağaç altında tıkınan bir çift görebilirsiniz. Müstakbel eşine dil çıkartan bir gelin yere düşen bir damat ve ona elini uzatan bir sevgili, omuzuna kuş pisleyen bir damat ve, görümcelerin arkasından fısıltıyla dedikodu yapan bir ikili görebilirsiniz. Gelinin sırtını kütleten bir damatla, stresten midesi bulanıp kusan geline peçete uzatan damadı tüm bu koleksiyon içerisinde tek tek geçiyorum.
-Bu süreçte çeşit çeşit fotoğrafçıyla karşılaştım. Güzel gelinlerini, yakışıklı damatların olduğu çiftlere her zaman daha fazla ihtimam gösteriyorlardı. Kendi katologlarına koyacakları bu fotoğraflar için, bazen yere yatıp aşağıdan bir açı yakalayarak basıyorlardı makineye. Bazen sandalyenin üstüne çıkıp yukarıdan çekmeye çalışıyorlardı. Bazen gelinin eline şemsiye veriyorlar, soğuk bir "Üsküdar'a gider iken" manzarası yaratıyorlar, bazen sinema klaketi, şampanya kadehi ya da bazen pembe balonlar kullanıyorlardı. Klişe mutlulukları ölümsüzleştirmek için ölüp biitiyorlardı resmen. Gelini yere oturtup

1 Mart 2018 Perşembe

Dünya Düzeni *

-Kissinger’a göre; dünya ısrarla düzen arayışında olsa da, neredeyse dört yüz yıl önce Almanya’nın Vestfalya bölgesinde öteki uygarlıkların çoğu katılmadan  hatta haberleri bile olmadan gerçekleştirilen bir barış konferansında tasarlanan çalışmadan beri gerçek anlamda bir dünya düzeni hiç var olmadı. Tarihin büyük bölümü boyunca uygarlıklar kendi düzen kavramlarını tanımladı. Hepsi kendini  dünyanın merkezi saydı ve ilkelerine evrensellik atfetti. Günümüzdeyse uluslararası sorunlar küresel boyutta yaşanıyor ve ülkeler dünyanın farklı bölgelerindeki sorunlar küresel boyutta yaşanıyor ve ülkeler dünyanın farklı bölgelerindeki politik olaylara neredeyse anında müdahil oluyor. Buna rağmen, pek çok konuda önemli oyuncular arasında fikir birliği sağlanamıyor. Ve sonuçta gerilim giderek tırmanıyor.
Yaşanan kaos; kitle imha silahlarının yayılışıyla, devletlerin dağılmasıyla, çevre tahribatının etkileriyle, soykırıma varan uygulamaların ısrarlasürmesiyle ve çatışmaların insan anlayışının ötesine taşma tehdidi oluşturan yeni teknolojilerin yaygınlaşmasıyla herkesi tehdid ediyor. Bilgiye ulaşmanın  ve bilgi iletmenin yeni yöntemleri, farklı bölgeleri daha önce eşine rastlanmamış ölçüde birleştirerek olayları küresel düzeyde sahneye yansıtıyor. Acaba geleceği hiçbir düzenin dizginleyemeyeceği güçlerin belirlediği bir dönemle mi karşı karşıyayız?
-... ..
-Bu iki temel çok taraflı anlaşmanın her ikisinde de niyet,, “Tanrı’nın haşmeti ve Hristiyanlığın güvenliği” adına “bir evrensel, ebedi, hakiki ve içten Hristiyan barış ve dostluğu” olarak ilan edildi.Geçerli hükümler, dönemin öteki belgelerinden çok da farkı değildi. Ancak bunlara ulaşılmasında kullanılan mekanizmalara daha önce hiç rastlanmamıştı. Savaş, evrensellik ya da dayanışması iddialarını paramparça etmişt. Katoliklerin Protestanlara karşı mücadelesi olarak başladıktan sonra, özellikle de Franasa’nın Katolik Kutsal Roma İmparatorluğu’na karşı savaşa girişinin ardından, değişen ve

19 Şubat 2018 Pazartesi

Kelepçe*

-Aralık 2010’da Tunuslu genç Buazizi’ni kendini yakmasıyla Arap Baharı diye adlandırılan süreç başladı.
Tunustan sonra Mısır, Libya, Bahreyn, Yemen ve Suriye’de olaylar yaşandı.
-Mısır, Libya,Tun us ve Yemen’de iktidarlar devrildi.
-Bahreyn’de ayaklanan halk Şii olduğu için Suudi tankları ABD’nin onayıyla bu ülkeye girdi ve ayaklanmayı bastırdı.
-2012 sonunda yazdığım Ortadoğu’da Kanlı Bahar kitabımda yeni dönemi anlattım ve geleceğe yönelik tespitlerde bulunarak dedim ki:
1.Bu “bahar”BOP çerçevesinde emperyalist-Siyonist bir oyundur ve tüm coğrafyayı kana bulayacaktır.
2.Müslüman Kardeşler iktidar olsa bu işi beceremez ve en çok bir yıl iktidarda kalabilir.
3.Libya’da iç savaş yaşanır ve ülke dağılma sürecine girer.
4.Müslüman Kardeşler’in iktidarından güç alacak radikal İslamcı gruplar güçlenir ve coğrafyamız kanlı bir döneme girer.

Peki 7 yıl sonra şimdi durum ne?

1.25 Haziran 2012’de cumhurbaşkanı seçilen Mısırlı Müslüman Kardeş Mursi tam bir yıl sonra (3 Temmuz 2013) askeri darbeyle devrildi ve Müslüman Kardeşler’in iktidarı ortadan keldırıldı.
2.İki liberal-sol partiyle koalisyon kuran Tunuslu Müslüman Kardeşler (Nahda Partisi) bir yıl sonra iktidarı kaybetti. “Arap Baharı” sürecinde esen rügârın gücüyle iktidar olan Fas Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 6 yıl sonra birlikte hükümeti kurduğu partilerin çakilmesiyle iktidarını zor sürdürüyor ve dağılma sürecini yaşıyor.

Osmanlılar Safeviler Babürlüler*

-... . Osmanlı Beyliği’nin doğduğu ortamı iki savaş şekillendirmişti: (1)Seçuklu Sultanı Alparslan’ın 1071 yılında Malazgirt’te (Mantzikert) Bizans İmparatoru Romen Diyojen karşısında kazandığı zafer sonucunda Anadolu’nun Türk yerleşimine açılması, Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulmasına giden bir süreç başlamıştı. (2) Moğolların 1243 yılında Anadolu Selçukluları’nı Kösedağ Savaşı’ndan sonra maruz kalınan Moğol baskısı, Anadolu Türklerinin çoğunu Batı Anadılu’da yeni bir sınır boyuna itti.  Bu sınır kuşağında Türkler, Yunanlılar ve diğer milletler birbirine karıştı. Başta Selçuklular ardından da Moğollar tarafından tanınan bir dizi yeni beylik kuruldu. Bu yeni devletlerin yöneticileriTürkçedeki “bey” (chief, lord veya prince kelimelerinin karşılığı olarak) unvanını kullandı, dolayısıyla bu devletlere de beylik dendi. Başlangıçta Osmanlılar da bu çok sayıdaki beyliklerden bir tanesiydi.
-Beylikler, yerinden edilen Türklerin yeni liderlerinin zayıf Bizans İmparatorluğu’ndan fethettikleri topraklarda yeşerdi. Moğol baskısı, bu düzensiz toprakların besleyebileceğinden çok daha fazla insanı, Başta Türkler olmak üzere çok sayıda Yunanlı, Ermeni ve Yahudi’yi uç bölgelere itmişti. Yerinden edilen insanların hayatta kalmak için çarpışmaktan başka çaresi yoktu. Osmanlıların kurucusu Osman Bey (ö. 1326), Bizans İmparatorluğu’ndan artakalan  toprakların sınırında, sadece kuzeybatı Anadolu’nun küçük bir bölümüne hâkim olan bir beylik kurdu. Sonraları Osman’ın Oğuz Türklerinin Kayı boyundan olduğu ileri sürülmüşse de, ona taraftar kazandıran şey atalarının kimliği değil, bir savaşın lideri olarak sahip olduğu şöhretti. “Ottaman”, Türkçe’deki Osmanlı kelimesinin Bat’da aldığı biçimdir.... .. Osmanlı’nın takipçileri, kimliklerini bizzat Osman’dan almıştı. Bu takipçilerin içindeki Türklerin, eskiden mevsimlik göçün kalıplarına göre belirlenen boy aidiyetleri, bu düzeni alt üst eden Moğol göçü nedeniyle artık yitirilmişti. . Dolayısıyla Osmanlı Beyliği Türkî bir baskın kültüre ve kökene sahip olsa da, göçmen boyların meydana getirdiği konfederasyonlarla ilişkilendirilen siyasi örüntüden

4 Şubat 2018 Pazar

Kanuni I

-Uğurluel, Kanuni’nin çevresindeki insanları, ailesini ve o günün dünyasını yakından tanıtarak tarih anlatımına taze bir sluk getiriyor. “Şehzadelik ve saltanat yıllarında Avrupa’da ve Asya’da neler oluyordu? Kimler, hangi devletleri yönetiyordu? Bu devletlerin gücü, amacı, planları neydi? Sorularının da cevabını veriyor. Bu mukayeseli inceleme , Kanuni ve kadrosunun hangi durumlarda neye göre nasıl bir tavır sergilediğini, nereye hangi amaçla sefer yapıldığını, alınan kararların gerekçelerini tüm açıklığıyla anlamanızı sağlıyor.
-Talha Uğurluel, Dünyaya Hükmeden  Sultan Kanuni kitabıyla sizleri Kanuni’nin doğduğu Trabzon’dan şehzadelik yaptığı Manisa’ya, padişah olarak geldiği İstanbul’dan fetihlere çıktığı Avrupa’ya götürecek; Hürrem Sultan’dan Pargalı İbrahim’e , Mihrimah Sultan’dan Rüstem Paşa’ya kadar birçok tarihi şahsiyetin bilinmeyen yönlerini anlatacak.
-Sultan Süleyman dönemi, İslam dünyası üzerinde en ciddi oyunların oynandığı , en büyük ittifakların yapıldığı ve bütün şer güçlerin bir araya geldiği ender dönemlerden biridir. Ama bu, müthiş kadro kurucu adam ve etrafındaki