-Yıl 2010.
Türkiye 12 Eylül anayasa değişikliği referandumuna gidiyor. Bütün siyasal
saflarda çatlaklar oluşmuş ... Evetçileri, hayırcılar, boykotçular, yetmez ama
evetçiler ...
-25 Haziran
2011 ... Murat Karayılan şu yanıtı veriyor .... “Bir NATO gladyosu var. Kürt
sorununu çözmek istemeyen ... Bu arada Batı, bölgede Kürt sorununu hep
kullandı, çözülmesini istemedi. Böl-yönet oyununda
kullandı ...
-Başbakan
Erdoğan, 2005 yılı Ağustos ayında Diyarbakır’a gelmiş, Kürt sorununun adını da
koyarak bir konuşma yapmıştı. .... Türkiye Cumhuriyeti devletinin bu konuda
“hataları” olduğunu da söyleyebilmişti.
Bu bir ilkti.
-Murat
Karayılan .... “1994’te Büyükşehir Belediye Başkanı iken , üstüne vazife
değilken, Kürt Raporu hazırlayarak partisinin liderine veren Erdoğan bugün
nerede?...”
-Ama Erdoğan
inişli çıkışlı .... Bir geriliyor, bir ilerliyor .... Askerle dansı ilginç!
-.... bizim
dünyamızda “dış güçler” edebiyatı çok sevilir. .... Sürekli olarak bazı
karanlık tezgâhların peşi,nde koşar bu “dış güçler.”
-Peki, yok
mudur böyle güçler?
-Yoktur
denemez.
-Türkiye’nin
coğrafyası, toplumsal ve siyasal yapısı, yakın tarihinden gelen bazı temel
yanlışları ve sorunları, o “dış güçler”in işini de kolaylaştırabilir. Kimi
parmağını “Kürt sorunu”na sokar. Kimi, parmağını “Ermeni meselesi”ne, 1915’e
dolar. Kimi, Kıbrıs’la uğraşır, kimi, “din sorunu”yla ....
-Peki, bizim
ülkemizde bu “dış güçler” edebiyatına meraklı odakların kendi “oyun planları”
var mıdır?
-Yok denemez.
Derler ki: “AB, Türkiye’yi böler.” “Fazla demokrasi bize yaramaz.”.... “Bu
coğrafyada birinci sınıf demokrasi ve hukuk devleti, bölücü güçlerin
değirmenine su taşır. Böyle bir düzende askerin rejim içindeki rolü hafifler
çünkü.....”
-Oysa, tam
tersi geçerlidir. Demokrasiye ve hukuka sırtını dönen bir Türkiye’de “dış
güçler” daha rahat tezgah kurar. AB ile ABD ile bozuşan bir Türkiye’de “yabancı
mihraklar” kendilerine daha çok iş alanı yaratır. ..... ... Türkiye istikrarı yakalayamaz. Bu
da “dış güçler”in değirmenine su taşımaya devam eder. ..... devam ediyor.
-Hem PKK’nın
hem devletin içinde, hem de bazı ülkelerde Türkiye’nin Kürt sorunununda
“demokratik açılım” yapmasını istemeyen, Türkiye’nin istikrar ve demokrasi
rayına oturmasından fena halde rahatsız olan odaklar vardır, olacaktır.
-Silaharın
susacağı ve silahlara veda edeceği bir süreçte öncelikle yapılması gereken,
demokrasi ve hukuka, özgürlük ve insan haklarına dayalı güzel bir gelecein
temellerini atmaktır.
-“Amerika’nın
Avrupa’ya üstünlüğünün mozaik yapısından kaynaklandığına inanıyorum. Amerika
dışa açık bir ülke. En azından son elli yıldır insanları ile barış içinde ....
Bizim de bütün vatandaşlarımızla aynı yakınlık, aynı sıcaklık içinde olmamız
lazım. ... açılım ... geç bile kaldık.
-“Bakın, biz
dağdakileriyanlız bırakamayız. Bizim için devlet bir şeyler yapmışsa, bu
onların mücadelesi sayesinde olmuştur. Şimdi bize bir iyileştirme gelecek diye,
dağdaki kadroları bırakamayız , yani onları satamayız....
-Çeyrek
yüzyıldır bu ezberci yaklaşımlar, devletin ve siyasal iktidarların Kürt sorunu
ve PKK politikalarına damgasını vuran ....
Sonuç ne oldu? .. Dağın yolu kesilebildi mi? .... PKK’nın şehirlere
siyaseten nüfuz etmesi önlenebildi mi? .... PKK’ya dayanan güçlerin
Güneydoğu’da belediyeleri halkın oyuyla kazanmaları önlenebildi mi?
-PKK’nın
şehirlerde sivil toplum kuruluşlarını örgütlemesine set çekilebildi mi? ....
PKK’ya yönelik olarak Kürtlerde yer etmiş destek ve sempati azaltılabildi mi?
.... On yıldır hapiste olmasına rağmen Öcalan’ın PKK’daki Kürt kitlelerine
etkisi kırılabildi mi? ....
-Ve çeyrek
yüzyıldır dağda PKK’lı öldürmüyor mu devlet? Askeri yönetim dönemlerinde,
sıkıyönetimlerde, olağanüstü hallerde ....
... Peki, değişen ne oldu.
-Devlet,
kendini Kürtlere böyle yanacılaştırdı. Ve bu yabancılaşmada asker belirleyici
rol oynadı....
- ....
sopayla, aş ve işle bu meselenin üstesinden gelineceğini sandı devletle asker
....
-Ama hakim
eğilim barıştan yana, slah ve şiddetten değil.
-.... bir
zamanlar .. sınır boyunda ancak kaymakamlarla muhatap olan Celal Talabanibugün
Irak Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturuyor.
-Talabani
.... “Sen dağdan in. Ben de seni hapse atayım, olmaz tabii .... İnmez o da ...”
-Türkiye’yi
bunca yıl acıtmış, kan ve göz yaşına mal olmuş, refaha akıtılacak kaynakların
savaşa, silaha gömülmesine yol açmış devasa bir sorunda çözüm kapısı
aralanmasına muhalefet el vermiyordu.
-22 Eylül
2009 tarihli Milliyet’teki yazımda .... Elli bin ölüm yetmedi mi? Bu ülkede
demokrasinin, insan halkarının, hukukun canına eden bunca yıllık savaş durumu
devam mı etsin? Oy uğruna böylesine derin bir sorumsuzluk çukuruna düşmüş
olmakgerçekten acı ve acıklı.
-Buna
karşılık iktidar partisinin girişimleriyle, 2009 yılının Kasım ayında, Türkiye
Cumhuriyeti’nin seksen küsür yıllık tarihinde ilk kezKürt sorunu, üstelik adı konuarak,
TBMM çatısı altında tartışılacaktı.
-Önce şunu
öğrenelim. Kürt Türk herkesin meşru acıları var.Hem Kürt anaları ağladı, hem de
Türk anaları. 50 bin ölüm var çeyrek yüzyılda, hiç unutmayın 40 bini Kürt.
-“İnsanların
önce birbirlerinin acısının farkına varması lazım, birbirlerinin acılarını
ortaklaştırabilecek zeminleri kurmaları lazım.” ...
-... farkında
değil misin? Hayatında Diyarbakır’ın Van’ın, Ağrı’nın, Hakkâri’nin,
Şemdinli’nin, Cizre’nin, Şırnak’ın, Viranşehir’in ya da Kızıltepe’nin kahvelerinde
bodur kürsülere oturup sohpet ettin mi? Hiç hissetmeye çalıştın mı o insanların
dertlerini kendi yüreğide? ...
-Bunu biraz
yapabilseydin,kökleri Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden bir sorunun,
Kürt sorununun ne olduğunu ve son çeyrek yüzyılda nasıl daha beter yakıcı hale
geldiğini az da olsa anlayabilirdin.
-Ama
senTürkiye’yi resmi tarih kitaplarındanöğrenmeye çalıştın, o adar. Ve bu
yüzdendir ki, sen hâlâ analar biraz daha ağlasın, dağlardan biraz daha ölüm
haberleri gelsin diyebiliyorsun, isteyebiliyorsun.
*Barışa Emanet Olun –
Hasan Cemal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder